1907-1910 da, Stanford Üniversitesinden W. Y. Evans-Wentz in çarpıcı çalışması Kelt Ülkelerinde Peri İnancı /The Fairy Faith in Celtic Countries için Britanya, İskoçya, İrlanda, Galler ve Bretanya da yaptığı yolculuklarda perilere inancın ve perilerle karşılaşmanın hala yaşayan bir gelenek olduğunu öğrendi. Perilerle ilgili bu gelenek halen Kelt topraklarında insanların günlük deneyimlerinin bir parçasını oluşturur. Onlar Orta Çağ dan daha eskilere, Kelt geçmişlerine uzanan köklü bir peri geleneğinin günümüzdeki temsilcileridir. Bu geleneğin ilk ağızdan birebir aktarımlarını veren belgeler sayıca az fakat tutarlıdır. Önce perileri görmenin kişilerin ruhsal eğilimleriyle fazla bir ilgisi olmadığını ortaya koymaları bakımından, ruhban sınıfın biri Katolik biri Protestan iki üyesinin içinde yer aldığı böyle iki örneğe göz atalım.
On üçüncü yüzyıl tarihçisi Gerald of Wales in kayda geçirdiği bir ileti, perili tepelere giden Elidyr isminde Galli bir oğlanı anlatır. Elidyr perilerin yeraltındaki ülkelerini bulmuştu ve burası büyük bir güzelliğe sahip güneşsiz bir ülkeydi. Ona göre periler sözlerinin eriydi ve geçici ihtirasları ve yalanı müthiş kınıyorlardı. Elidyr bir parça Yunanca ya benzeyen peri dilini öğrenmişti. Yetişkin yaşa geldiğinde altın bulma sevdasına kapılmış ve bu onu yeniden bu ülkeye dönmeye itmiş, fakat ölümlü açgözlülüğüne bağlı olarak giriş yolunu bulamamış, hiçbir zaman da oraya bir daha geri dönememişti. Elidyr bunları gözyaşları içinde anlatır.
On yedinci yüzyıl yazarlarından Rahip Robert Kirk in perilerle ilgili araştırmaları, perilerin adetleri ve törelerine dair yarı-antropolojik çalışmaların ilki olarak yerini korumaktadır. Üstelik, bizzat Kirk in de Aberfoyle deki mezarında olmayıp bugüne kadar periler diyarında yaşadığına inanılmaktadır. Kirk perilerle karşılaşan ve onların yaşamlarını bilen kişilerle söyleşiler yapmıştı. Kayda geçirdiği çeşitli noktalar; ölümlülerin uzak durma eğiliminde olduğu yeraltı barınaklarında yaşadıkları, hazinelerine bekçilik ettikleri, insanlara yararlı dostlar olabildikleri tüm Kelt geleneğinde görülür.
Periler kuşkusuz dünyanın pek çok geleneğinde farklı isimler altında başgösterirler ve söz konusu ülkenin modernlik derecesine bağlı olarak güçlü bir hayret ve hayranlık, tedirginlik veya inançsızlık kaynağı olmayı sürdürürler. Fakat bu yüzyılda bir şey radikal olarak değişmiştir. Sözünü ettiğimiz süreç Grimm kardeşler gibi folkloristlerin ve öykü koleksiyoncularının on dokuzuncu yüzyıl başlarında öyküleri araştırmasıyla başlamıştı. Köylü halk -ki büyük kısmı yetişkin yaştaydı- perileri savunma amaçlı savaşçılar, gönül çelen aşıklar, hazine ve bilgelik muhafızları olarak gören öykü ve şarkılar nakletmişlerdi. Oysa öykü koleksiyoncuları, daha geniş bir okuyucu kitlesini göz önüne alarak, bazı şeyleri değiştirmeye başladılar. Perilere ait malumatın daha şiddetli unsurları öykülerden temizlendi, ta ki peri masalı terimi çocuklara uygun hafif bir halk hikayesi anlamını kazanana dek.
Gözle görülmeyen herhangi bir şeyin yok sayıldığı Akılcılık Çağı nın ardından on dokuzuncu yüzyılda doğaüstü olana ve ezoterizme ilgi arttı. Bu alanla yakından ilgilenen araştırmacıların kendi toplumlarında yaşayan peri gelenekleri ve majik geleneklerle bağları kopuktu ve etraflarını kuşatan hazineyi ihmal ederek esin için gözlerini gizemli Doğu ya çevirmişlerdi.
Peri geleneklerinde önde gelen otoritelerden R. J. Stewart dünyada halen yaşatılan perilere dair halk gelenekleri ile çağdaş kültürün kapsamındaki perilere bakış açısı arasında dünya kadar fark olduğunu belirtir. Çiçeklerin üzerinde uçuşan küçük kanatlı varlıklar olarak resmedilen peri tasvirini atalarımızın benimsediği görüşlerden ziyade Bir Yaz Gecesi Rüyası nın yirminci yüzyıl prodüksiyonlarıyla popülerleşen devalar ya da doğa ruhları, fikrine borçluyuzdur.
On dokuzuncu yüzyılın sonunda psişik fenomenlere ilgi daha bilimsel ve açıklayıcı bir dönemece girdi. Yeni teknoloji ektoplazmik temasların, hayalet ve hortlakların tespitine yol açtı. Kameralar yalan söyleyemezdi -yoksa söyler miydi? 1917 de iki küçük kızın çektiği Cottingley peri fotoğrafları Teozofik çevrelerde epey heyecan yarattı. Bu, Sir Arthur Conan Doyle un bilmeden karıştığı bir hileydi. 1983 te, fotoğrafı çeken iki küçük kızdan birisi olan ve artık seksenli yaşlarında bulunan Elsie Wright, kanıtları kartondan keserek kendilerinin yaptıklarını itiraf etti. Cottingley peri vakası yakın zamanda çekilen ve peri fenomeninin doğasını farklı biçimlerde ele alan iki filme, Photographing Fairies / Perileri Fotoğraflama (1997) ve Fairy Tale / Peri Masalı na ilham kaynağı olmuştur.
Paganizmin yeniden canlanmasıyla bağlantılı olarak, günümüzde peri geleneklerine giderek büyüyen bir ilgi vardır. Bu hareket bazen saçma sapanlık ve fantastiklik gibi sapmalar göstermekle beraber tarihi bir kökenden yoksun değildir. On altıncı ve on yedinci yüzyıllarda Britanya nın kırsal kesiminde cadı olmakla suçlanan ve mahkum edilen kişiler Şeytan la değil Peri Kraliçesiyle görüştüklerinden söz etmişlerdir. Charles de Lint gibi modern fantazi yazarlarının romanları da perileri dost, mücadeleci ve sevgili olarak kabul eden geleneksel peri yaklaşımlarını desteklemekte ve geliştirmektedir.
Bir zamanlar güçlü bir kabul gören geleneksel peri inançlarının bazıları son yirmi yılda farklı bir yöne çekilmiştir. Eskiden perilerin işi olarak görülen mısır tarlalarındaki dairesel şekiller ve insanların peri ülkelerine kaçırılma olayları, popüler inancın gezegensel boyuttan gezegenler arasına kayması sonucunda, şimdilerde dünya dışı varlıkların marifeti sayılmaktadır. Taşralı halkın yüzyıllar boyunca süt ve benzeri armağanlar bıraktıkları dünyalı komşularımız perileri hakettikleri gibi dikkate almak yerine postmodern kültürümüz, dünya dışı açıklamalar arayışıyla, dünyadan iyice kopma noktasına gelmiştir.
Perileri saygıyla hitap edilmesi ve davranılması gereken ruhlar olarak kabul eden geleneksel bakış günümüzde yerini kötü adam rolüne uygun görülen dünya dışı oyunculara devrederken, perilere de meleklere yakın, bütünüyle iyi ve insanlara yardımcı varlıklar gözüyle bakılmaktadır. Ruhlarla ilgili görüşlerimizde dikkatli olmak zorundayız. Melekleri gerçekten de farkında olmaksızın konuk edebileceğimiz olasılığına açık olmamız gerekiyorsa da, diğer yandan aşırı derecede naif olmaktan ve karşımıza çıkan her ruhu kabul etmekten kaçınmalıyız. Ruhsal varlıklar, tıpkı insanlar gibi, türlü şekil ve boydadır. Bazıları bize karşı iyi niyet içindedirler; bazıları bize kayıtsızdır; diğer bazıları ise iyi davranış sınırlarını çiğnediğimiz anda güçlü bir tepki verirler.
Perilere bakışımız radikal biçimde değişmiştir, fakat merak ediyorum, acaba perilerin kendileri hiç değişmiş midir?
Dora Kunz yirminci yüzyılda perilerle karşılaşma konusunun önemli bir yorumcusu olarak ayrı bir yere sahiptir. Söz konusu dünyadan neşeli ve hayat dolu bir yer tarzında bilgisi olan bir durugörür olarak, şekillendirici, ancak bozulmamış algının görüşüyle perileri doğanın elemental formları olarak deneyimler.
Dora Kunz un perilerle karşılaşma deneyimlerindeki insanca aktarımlarının, deneyimi yaşayan bireye göre ne kadar değişebildiğinin farkındayım. Karşılaştırmalı bir yol izlemek gerekirse, elimde karşılaştırabileceğim kendi yaşadığım bir örneğim var. Çocukken en büyük dileğim bir peri görmekti. Yatağımda yatarken büyük bir içtenlikle bunun için dua ederdim. Büyükler bana perilerin bahçenin dibinde olduğunu söylerdi ve hevesle gider ve ısırganların ve devedikenlerinin arasında dikilip peri arardım. Fakat tuttuğum bu nöbetler hayal kırıklığıyla sonuçlanmaya mahkumdu, çünkü periler kendilerini takıntılı seyircilere göstermezler ve o zamanlar ben de onlardan birisiydim.
Aslında, benim anlayamadığım şey, birçok periyle çoktan karşılaştığım ve dost olduğumdu. Ancak, literatür benim kafamı karıştırmıştı. Çocukluğumun kitaplarında peri resimleri bulunurdu: küçük, kelebekler gibi ince kanatları olan, minik boyutlarda insansı varlıklar. Bu kitaplarda periler meşe palamutlarının içinde oturur ve mantar masalarda yemek yerlerdi. Her zaman köylü çocukları gibi mutlu, kırmızı yanaklı ve iyi huylu olarak tasvir edilirlerdi. Benim görmeyi beklediğim şey de buydu.
Meğer perilerle deneyimim bir süredir devam etmekteymiş, fakat ben onları öyle bilmiyordum. Onları teşhis etmeyi öğrenmem boşa giden birçok yılımı aldı. Küçükken en sevdiğim oyun annemin benim için ördüğü rengarenk, yün bir battaniyenin altına girip yerde yatmaktı. Arkadaşlarımın, Şekilciler in ortaya çıkması için başımı ve bedenimi bütünüyle örtecek şekilde battaniyeye iyice sarınırdım.
Şekilciler battaniyenin yarı karanlığında geliyorlardı. Tıpkı bir kaleidoskopta görebileceğinize benzer şekilleri ve renkleri vardı. Türlü çeşit modellerle döner ve akarlardı. Bunun yanısıra koku, tat, hareket ve müzik olarak da gelirlerdi. Onları tüm kalbimle seviyordum, çünkü hareketleri, çizdikleri şekiller ve sesleri vasıtasıyla beni eğitir ve konuşurlardı. Konuşurlardı derken ne dille konuşurlardı ne de onları kulaklarımla duyardım. Şekillerle iletişim kurar, bilginin asal formlarını öğreten kompleks danslarda ezeli modelleri sıralarlardı.
Bu deneyimimi yetişkin gözüyle hatırlayınca, Şekilciler in en çok mikroskop altındaki atom çekirdeğinin karmaşık çizgilerine benzetilebileceğini düşünüyorum. Yine de geometrik ve soyut görünümlerine rağmen, Şekilciler boş yere arayıp durduğum perilerdi.
Onları resimli kitaplarımdaki perilerle ilişkilendirmeyi başaramamamda şaşılacak bir şey yoktu. Bırakın kanatlı çocuklara benzer bir yanlarının olmadığını, Şekilciler bana müzik ve sesle ilgili, yaratılış ve neden ve sonuç ilişkisi hakkında, benzetme ve semboller hakkında sarsıcı derin bilgiler öğretmişlerdi. Bu deneyim sözlü konuşmadan daha derin, zaman ve uzayı aşan bir dil eğitimi almak gibiydi.
Şekilcilerin doğada, her hafta tek başına keşif gezilerine çıktığım ormanlarda bulunabildiğini öğrendim ve yanlarında, onların gözetiminde daima emniyette oldum. Kireçtaşı kayalıklarda, yağmur birikintilerinde, oyun arkadaşlarım olan devrik ağaçlarda, tahıl tarlalarında ve doğanın gizli, saklı köşelerinde olduklarını biliyordum. Şekilciler in çocukluğumda bana gösterdikleri yolları bugün takdir edebiliyorum. Kişileri neyin iyileştireceğini anlamak ve yararlı ruhları için işimde şifa verici bir etken olarak frekans, ses ve müziği kullandıkça öğretilerindeki modelleri, frekansları ve müziği idrak ettim.
Perilerin ruhsal armağanlarına yalnızca dua ederek ve çok nazik bir dille yanıt isteyerek ulaşılabilir. Peri dostlarım beni sık sık beden ve ruhun örselenmelerini iyileştirmeye yardımcı olan ot, bitki ve ağaçların ruhlarıyla temasa geçirirler. Perilerle iyi komşuluk ilişkilerimi sürdürmek için her gün bir teşekkür şarkısı eşliğinde onlara yiyecek sunmayı adet edinmişimdir.
Belki benim gibi, her zaman bir periyle karşılaşmayı istemiş olan birçok kişi vardır. Öğrencilerimin çoğu kendi peri dostlarını bulmaya yoğun bir ilgi göstermektedirler. Periler her zaman farkedilmeyi sevmezler; tıpkı insanlar gibi kendi mekanlarına ve sessizliğe ihtiyaç duyarlar. Çoğu zaman bize yardım etmekten memnun olmakla beraber, aynı zamanda gizliliği ve yalnız kalmayı severler. Kendilerini bize tanıtmalarının öncesinde genellikle bizim kendimizde değişiklik yapmamız gerekir.
Perilerden dostlar edinmek için içten duygulara, ben merkezci olmamaya, terbiyeli olmaya, başkalarına saygılı olmaya ve keskin bir algıya ihtiyaç vardır. Dostluklar karşılıklı çekim, ruh benzerliği ve karşılıklı ilişkiye istekli olma sayesinde meydana gelir. Bir tüketme anlayışıyla, perilerin onlar için neler yapabileceğini bulma amacıyla yola çıkanlar maalesef hayal kırıklığına uğrayacaklardır.
Dora Kunz niçin daha çok sayıda insanın perileri görmediği sorusuna da değinmiştir. Görünen odur ki yetişkinlerin büyük çoğunluğu gerçekliğin fiziksel tarafına öyle dalmışlardır ki onun görünmeyen -ama eşit derecede gerçek- tarafında, etraflarında olup bitenleri fark edememektedirler. Modern kültür görünmeyen gerçekliğe prim vermediği için neden ve sonuca da fazla bir saygısı yoktur.
Ben kendimi bir fenomen görücüsü değil, daha çok duyma ve dokunma duyularını birleştirerek çeşitli titreşimleri algılayan bir kişi olarak görürüm. Bununla beraber birkaç yıl önce kısa bir ikinci görüş ya da Gal dilindeki ruhsal görücülük terimiyle bir an dha Shealladh deneyimi yaşadım. Yurt dışından çok yorucu bir geziden eve döndüğüm ve açlıktan öldüğüm bir sırada kelimenin tam anlamıyla fiziksel gözlerimle perileri görmeye başladım. Ağaçlarda, bitkilerde ve derelerde yaşayan peri halkı her yönden önüme çıkıyorlardı. Şekilcilerle hiçbir benzerlikleri yoktu. Güçlü kuvvetli, uzun boyluydular, çoğu pembe yanaklı ve neşeli değildi ve kesinlikle hiçbirisinin küçük kanatları yoktu. Çok rahatsız edici bir deneyimdi. Estonya da ulusal ormanın ıssız bir bölgesinde gayet yoğun biçimde perilerin varlığından haberdar olmuştum. Evimde, Oxford da ise hep istediğim gibi en sonunda perileri fiilen görmeye başlamıştım.
Cesaretimi toplayarak onlara sordum, Nasıl oluyor da sizi bu şekilde görebiliyorum? Katı taş [beton yollar] ve sert ışıktan [sokaklardaki elektrik lambalarından] dolayı bizi normal yoldan görmüyorsun. Fakat biz hala ıssız yerlerde oturuyoruz. diye yanıtladılar. Onlarla konuşurken bunun uzun süre kalınmaması gereken tehlikeli bir bilinç durumu olduğunu fark ettim. Çok kolaylıkla peri diyarına kayabilirdim. Bilincimi normal haline döndürdüm ve ardarda üç kere yemek yedim, sonra da uyudum. Uyandığım zaman zaten ikinci görüşüm gitmişti ve rahatlayarak kalktım.
Perilerle ilgili birçok geleneksel ve atalardan kalma öğretide dikkat tavsiye edilir: İncinme ihtimali olan kişiler perilerin ardına düşmemeli ya da onların mekanlarına girmemelidir. Bebeklerin, çocukların, aşk acısı çekenlerin ve başıboş dolaşan evcil hayvanların nasıl bir daha dönmemek üzere Peri diyarlarına sürüklendiğini anlayabiliyorum. Öteki dünyanın diyarları gerçekten güzeldir, fakat perilerin tarzları insanlarınkiyle aynı değildir ve ikisini karıştırmamalıyız.
İrlanda da peri topluluklarının geleneksel uğrak yerlerini tahrip etmek hala büyük bir saygısızlıktır ve kırsal kesimdeki pek çok kişi böyle yerlerden uzak durmaya çok özen gösterir. Perili bir alıç ağacını bırakın kesmeyi, bir dal koparmak bile korkunç bir şey olarak kabul edilir.
Bunu bana, yakın zamanda geçen bir vaka şok edici bir şekilde öğretmiştir. Danışmanım Micheal birkaç yıl önce ölen kızkardeşiyle ilintili olarak kendisine ruhsal şifa talep etmişti. Ruh dostlarıma doğru ruhsal bir yolculuğa başladığım sırada aniden çok öfkeli bir peri adam yolumu kesti. Bana Micheal ın ailesinin kendi ailesine zarar verdiğini, Micheal ın bunu onarmak için bir alıç ağacı dikmeye hazır olmadıkça o noktadan öteye geçemeyeceğimi ve onun için yardım alamayacağımı söyledi. Bir yandan da kendi dostlarım Micheal ın iyiliği adına bu anlaşmayı kabul etmem için beni sıkıştırıyorlardı.
Micheal a peri adamın kızgınlığını ve onun bir alıç ağacı dikilmesi talebini aktardığımda yüzü bembeyaz oldu. Sözümü keserek büyükbabasının sorumsuzca kadim bir alıç ağacını kestiğini söyledi. Ve o günden sonra ailesinin her dalından bir çocuğun öldüğünü anlattı. Micheal toprağına yalnızca bir alıç ağacı dikmekle kalmayıp, ağaca kimsenin dokunmamasını, hatta budanmamasını garantileyeceğine söz verdi! Sözünü tutacağından kuşku duymuyorum.
Bu tür hikayeler, neden ve sonuç arasındaki ilişkiyi ortaya koyar. Hiç kimse kendi iradesiyle hareket edip sonra da bunun sonuçlarıyla karşılaşmamayı bekleyemez. Perilerle ilgili toplumsal bilincimiz değiştiği için, görünmeyen gerçekliğe dikkat etmediğimiz için ve yeryüzünün kendisine çok az saygımız olduğu için, kendimizi davranışlarımızı önemsemeye alıştırmamız bir zorunluluktur. Dora Kunz un işaret ettiği gibi, çevre kirliliği dünyayı daha soğuk, daha haşin, daha cansız bir yer yapmıştır.
Ayrıca yine onun ifade ettiği gibi, elementlerle yakından çalışanların gerçeklikler arasındaki hassas ilişkiye karşı diğer insanlardan daha keskin bir saygıları vardır. Denizcileri ve madencileri doğanın ruhlarına karşı doğal bir saygı besleyen kişiler olarak belirtmektedir. Ofislere tıkılmış, on dördüncü katta topraktan sürgüne yollanmış gibi yaşayan birçoklarımız mevsimlerin değişimini, doğanın döngülerine aidiyetimizi duyumsayamamaktadır. Bu temassızlık bizden hayatiyetimizi, besinimizi ve ruhsal sağlığımızı çalmaktadır. Sayısız küçük rahatsızlıklar ve hoşnutsuzluklar doğayla temel temasımızı ihmal edişimizin belirtileridir. Yine de pek çokları artık çareyi doğanın iyileştirici kuvvetinde aramaktadır.
Günümüzde, sağlık ve çevrenin yükselen değeriyle birlikte, giderek daha çok kişi bitkisel ilaçlara ve bitki özlerine dönmeye başlamıştır. Sağlık arayışlarında çiçeklerin ve ağaçların ruhlarıyla temas edenler şifalı bitkilerin salgıladığı ahenkli çözümü keşfetmişlerdir. Bu tür ilaçlarla dünyanın iyileşmesinin anahtarını birkaç manada elimizde tutarken, ilaçları aldığımız zaman kendimizi Peri ruhuyla aynı çizgiye getiririz.
Yeryüzü ve kaynaklarının bizim malımız olmadığı, türümüzün yetişme ortamı olduğu anlayışını giderek daha çok kişi benimsemektedir. Bu ortamı çağlar boyu peri komşularımızla sorumluluk hissetmeden paylaştık, fakat biz yeryüzünün sevinçlerini düşüncesiz davranışlarımızla baltalarken, gezegenimizi muhafaza edenlerin doğanın perileri ve ruhları olduğunu idrak etmekte geç kaldık. Topraktaki kökenlerimizden uzaklara doğru serpildikçe kutsal hayat ağını daha az önemser olduk, bedenlerimize sentetik gıda ve ilaçları aldıkça peri komşularımızdan uzak düştük.
Dora Kunz un dikkat çektiği gibi, çocuklar perilerin eğlenceli ve işbirliğine dönük yönlerini hissederler. Acemi yetişkinler ise çoğu zaman otantik benliklerinden aksi-yöne sapmışlardır ve dolayısıyla karşılaşmaları çok mutlu değildir. Türümüz yeryüzüne ve onun gizli sakinlerine öyle saygısızlık göstermiştir ki yazarın deneyimlediği kadar kolay karşılaşmalar ummamalıyız.
Peri dünyasıyla kurabileceğimiz dostluk ve işbirlikleri hepimizin yeryüzünün çocukları olduğumuza ve tüm canlı varlıkların saygıyı hak ettiğine dair bir farkındalıkla başlar. Dünya politikalarındaki deneyimlerimizden gördüğümüz gibi, çatışmanın olduğu herhangi bir yerde uzlaştırıcılar da vardır. Bizim vazifemiz şudur: Kendi türümüzün iyi niyet elçileri olmak ve başka varlıklara zarar vermek yerine değişimi kendi içimizde yapmaya gönüllü olmak. İnsanlar bunu ne kadar çok idrak ederse, barış içinde ortaklaşa yerleşim şansı da o kadar artacaktır.
Yeryüzünün neresine gidersek gidelim, o toprakların perilerini ve ruhlarını tanımalıyız. Bir ev inşa etmek veya bahçeye dikim yapmak için yeri hazırlamaya başladığımız zamanlarda bu özellikle önemlidir. O yerde sessizce oturabilir ve dikkatle perileri dinleyebiliriz. O yerin niteliğine uyumlanın. Kendinizle ilgili kaygıları bir tarafa bırakın. Araziyle, otla, ağaçlarla, kuşlarla bir olun. Sanki bir parçasıymış gibi o araziyi hissedin. Sizin gerçekte evrenin bir çocuğu olduğunuzu hatırlayın, tıpkı hayvanların, çiçeklerin, tepelerin ve kayaların oldukları gibi.
Belki, uzun süre doğru biçimde dinleyerek oturursanız, o yerin perilerinden haberdar olabilirsiniz. O zaman peri halkının doğanın yabani ve derin yerlerinin özel muhafızları olduğunu öğrenme ayrıcalığına sahip olursunuz.
İnsanlarda, perilerin hiç de hoşlanmadığı bir kibir vardır. Yalnızca kibrimizi, bizim yaratılışın zirvesi olduğumuz fikrini bir tarafa attığımız zaman perileri görebilir ve onlarla çalışabiliriz. Bu kitap okumakla veya bir hafta sonu kursuna devam etmekle elde edilmez. Bu yıllar alan uzun, organik bir öğrenimdir. Fakat eğer sabırlı ve nazik olursak, doğanın yabani köşelerinde, rüyalarımızın gizli yollarında, ülkemizin kadim ve atalardan gelen geleneklerinin derin bilgeliğinde, Dora Kunz un gösterdiği gibi bizler de kendi peri dostlarımızla karşılaşırız.
Bu dua, peri halkıyla temasa geçmenin yolunu arayanlar içindir:
Dünyalar arasındaki perdelerin ortasında kadim yerleri bekleyen peri halkını hatırlıyorum. Birlikte yeryüzünde tasasızca ve nezaketle yürüyelim, hiçbir varlık ilerlemelerini önlemesin ya da yollarını kesmesin ki yeryüzünün gizli ailesi huzur içinde olsun.
Bizlerle periler arasındaki kopukluğun azalması ve gerçek bir işbirliğinin gelişmesi Dora Kunz un en büyük arzusudur.
"Perilerin Gerçek Dünyası" isimli kitaptan alıntıdır.
işte size başka bir fotograflar bu mumyanın ingilterede bulunduğu söyleniyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder