20 Nisan 2011 Çarşamba

CADILIK

CADILIK

Gölgeler Kitabı ( Book of Shadows -BOS- nedir?)

Gölgeler Kitabı, geleneksel olarak bir coven'e ya da geleneğe ait majikal ve ritüel günlüğüne verilen isimdir. Yüce/baş Rahibe veya rahip tarafından himaye edilir ve initiate/dedicant tarafından el yazısıyla kopya edilmesine izin verilir. Belirli bir geleneğe ait olarak; o geleneğe ait kuralları, pratikleri, etiği, çeşitli konulardaki öğretici materyali, ritüel formları vs. yazılıdır.

Günümüzde yalnız uygulayıcılar da tuttukları günlüğe bu adı verir ve aynı şekilde kişisel deneyimlerini ve notlarını, pratiklerini, ritüellerini yazdıkları deftere gölgeler kitabı adını verirler. Wicca'da ana gölgeler kitabı ancak el yazısıyla birebir kopya edildikten sonra inisiyenin kişisel materyalini eklemesine izin verilir. Bazen bu kişisel majikal günlüğe "grimoire" adı verilir ve "gölgeler kitabı"ndan ayrı tutulur.

İsminin çağrıştırdığı görece ilgi çekici betimlemeye rağmen, tamamen kişisel veya gruba ait bir günlük formundadır ve deneyimle pekiştirildiği için, genelde bir kişinin öğretideki olgunlaşma ve transformasyon sürecini anlatan eşsiz bir dökümandır, bu bakımdan dışardan biri -ki gerçek bir dökümanı görmesi neredeyse imkansızdır- için bir şey ifade etmez . Kişi öldüğünde onunla beraber yakılması yönünde bir inanç vardır. (ancak örneğin Gardner'ınki Doreen Valiente'ye geçmiştir.1954-1957 yılları arasında Gardner ve Valiente tarafından yeniden oluşturulmuş ve Alexandrian geleneği başlatan Alex Sanders tarafından da kullanılmıştır, günümüzde hala pek çok geleneğin kökeninde bu etkileşim mevcuttur.)

Hecate








Hecate
Hekate’yi bilmeyen veya zamanında okuyup araştırmamış pagan yoktur diyebiliriz. Sevilen tanrıçalardandır. Her tanrıça gibi önemli elbette, ama diğerlerinden daha önemlidir denemez.

Bugünkü modern paganizmde Hekate özellikle batıda oldukça dikkat çekti; ortaçağdan kalan etkiler, Sheakspeare’in Macbeth’inde görülmesi, (Macbeth’de üç cadı görülmektedir, bu cadılar Hekate’nin üçlü formuna yorulur) küçük hatta önemsiz görünen ayrıntılar bunlar fakat batı kültüründe bugüne dek iz bırakmışlar. Paganizm günümüzde rağbet görmeye başlayınca da Hekate yeniden önemli bir tanrıça haline geldi.

Hekate’nin büyüyle bu kadar ilişkilendirilmesini de gene bu modern ilgiye borçluyuz. Eskiden tanrıçanın üç yüzü de onurlandırılırdı, oysa bugün genel geçerde sadece yaşlı bilge kadın hali göz önüne alınıyor. Yine de inisiyatik uygulamalarda eğitim ve uygulama daha farklıdır. İlk tapıldığında bu kadar bilinçaltıyla özdeşleştirilmiyordu, daha çok dünyevi, yaşamla ilişkiliydi; doğuma yardım eden, yaşam veren, doğum-yaşam-ölüm veya çıraklık-kalfalık-ustalık üçlemelerinde olduğu gibi.”

Hayat her dönem ve koşulda önemliydi. Bunun tanrıçaların yaşamdan çıkarılmasıyla ilişkisi var. Eskiden tanrıçalar ve onun şahsında kadınlar kutsaldı, yaşam veriyorlardı. Sonra tek tanrılı dinlerin de gelişimiyle birlikte doğum veren-yaşam veren kadın değil, erkek oldu. Tek tanrılı dinler dünyevi-semavi ikiliğini ve bunun sonucunda iyi-kötüyü ayrıştırıp kutuplaştırdılar. Pagan inançlarında bu yoktur.

Cennet ortaya çıkarılıp bu dünya kötülendikçe yaşam veren kadın da eninde sonunda cadı oldu, Adem’i kandıran günahkâr Havva oldu. Oysa pagan dinlerde mutlak iyi-kötü ayrımı olmadığı gibi mutlak yaşam-ölüm ayrımı da yoktur.”

“Hekate hakkında çok şey yazılıp çizilir ki çoğu da yanlıştır. Günümüzde orijinaliyle alakası olmayan bambaşka bir Hekate imgesi yaratıldı gibi, ki bu pagan dinleri takip edenler için aslında biraz acıklı çünkü kökenden uzaklaşıldığını gösteriyor.

Tanrıçanın ilk formuyla çalışmak bugün bildiğimiz halinden oldukça farklı yerlere götürür insanı. O yüzden ezoterik olarak çalışacak kişinin tüm bu yönleri bilmesi ve tanıması gereklidir, yoksa bilgisizlik her türlü konuda olduğu gibi bunda da büyük bir engel ve tehlikedir. Hekate’nin sembollerini hatırlayalım,ellerindeki meşaleyi, meşaleler bunu anlatır. Hekate geç dönemde kavşakların tanrıçasıydı, yol ağızlarının… Hekate elinde meşalelerle geçişte, eşikte durur, kapıyı koruyandır. Bilinçaltına, şuurötesine geçen eşikte durur, kişiye yol gösterir. Ancak ruhsal olarak kişi buna hazır değilse, bilgisi azsa veya egosu üstün gelmiş, kişisel çıkara düşmüşse aynı yol gösterici ışık ve ateş bu sefer tüketici ve yok edicidir. Burada bilinçaltı bilinç alanını ele geçirir, psikopatolojide Jungcu tabirle şişme denilen olgu ortaya çıkar. Amaç bilinçlenmek, farkına varmakken sonuç bilinçaltının imgelerinde kaybolmaktır.”

Hekate’nin ilk tapınıldığı zamanlardaki yaşam veren, yaşamlarının önemli karar noktalarında insanların doğru karar vermelerine yardımcı olan ışık saçan, yol gösteren kişiliği, toplumdaki düşünce ve inanç sistemlerinin değişimiyle farklılaşır. Gitgide karanlıkların, sihir ve cinlerin, yer altı dünyasının yaşlı büyücüsü ve şeytanla işbirliği yapan cadıların tanrıçası kimliğine bürünür. Bunda anaerkil toplum değerlerinin babaerkil değerlere dönüşmesinin bir payı var mı, ayrıca tartışmak gerek.

Alıntı : (Atheneris )

Yunan mitolojisinde Hekate’nin üç yüzden bakire olani, diger iki yüzü olan persephone esi olan kadini ve demeter da yasli kadini temsil eder. roma mitolojisinde ise diana (dolunay ve yeryüzü), proserpina (ayin evreleri ve cennet), hekate (yeniay ve yeralti) seklindedir.

Hesiodos onun için söyle yazar:

zeus herkeslerden üstün tuttu onu ,
pahali armaganlar verdi ona ,
payi vardir onun karalarda , ekinsiz denizlerde ,
yildizli göklerde bile payi vardir,
ölümsüzlerin saygisi büyüktür ona ,
bugün yeryüzünde kurban kesen her ölümlü
hekate’nin adini anar yakarislarinda,
kimin dilegini iyi karsilarsa o tanriça
onun elde edemeyecegi sey yoktur,
ona bütün mutluluklari vermek elindedir,
ünlü gaia ile uranos’un bütün çocuklari
kendi paylarindan pay vermislerdir ona.
kronosoglu ona karsi zor kullanmadi hiç,
ilk titan tanrilar arasindaki yerini
elinden almadi zeus hiç bir zaman,
ilk tanrilik payi hekate’nin
oldugu gibi kaldi elinde.
tek kiz evlat oldugu halde bu tanriça
yerde , denizde ve gökte paysiz kalmadi,
tersine bol pay aldi zeus’un tutmasiyla onu.
kim hosuna giderse hekate’nin
yardim görür ondan , destek bulur onda .
meydanlarda kalabaliklar içinde
kimi isterse onu parlatir hekate
diledigi savasçiya yardim eder ,
diledigine verir basariyi , sani serefi.
kurultaylarda saygin krallarin yanindadir.
insanlar arasindaki yarismalarda
tanrisal gücü ile ise karisir,
zaferi kazanan alir ödülü
ve seref kazandirir yakinlarina.
binicilerden de diledigine yardim eder ,
belâli engin denizlere açilanlara da
bas vururlar hekate’ye ve yeri sarsan tanriya,
bereketli av saglar onlara soylu tanriça
ya da tam basaracaklari sirada
avlarini alir ellerinden cani isterse .
hermes’le sürüleri üretir agillarda :
öküzleri , keçileri , ak yünlü koyunlari
azaltir ya da çogaltir gönlünce.
anasinin tek kizi oldugu halde
ölümsüzler arasinda yeri büyüktür hekate’nin
zeus gençligin besleyicisi yapmistir onu.”

Ortaçağ'da Engizisyon ve Cadılık








Ortaçağda Engizisyon ve Cadı Avı


"Her sistem, önce kendi muhalefetini yaratır. Sonra da kendisine en uygun bulduğu araçlarla yoke der. Engizisyon, böyle bir zorlamanın sonucudur. Bu araç, asırlarca din adına can almış ve insanlık tarihine korkunç lekeler bırakmıştur." F. ERCAN

... (Bu dönemde) insanlar, olmadık şeylerle suçlanmışlardır. Özelliklede kadınlar, "cadılık", "büyücülük" suçlamlarına muhatap olmuş, sonunda da Engizisyon mahkemeleri kararıyla yanan odun yığınları üstünde can vermişlerdir. Kadınların tüm suçu ve günahı, erkek egemen toplumlarda, erkeklerden farklı bir vücut yapısına sahip olmalarıdır. Bu farklı beden ve farklı yapı, günahın kaynağı olarak algılanmaktadır.

Kilise, kitleler üzerindeki egemenliğini korumak, sürdürmek ve pekiştirmek için önce büyücülüğü din dışı saymış, sonra da akrşıtlarını büyücülükle suçlamıştır. Büyücülerin Şeytan'la ve kötü ruhlarla işbirliği yaptığı ileri sürülmüştür. Bu görüş, kilisenin çaba ve baskılarıyla uzun süre toplumda kabul görmüştür. Aynı zmanada büyücülük, "heretiklik" olarak kabul edilmiştir. Hıristiyan yazarlar ise, büyücülüğü paganlığın bir kalıntısı olarak değerlendirmişler... (...)

Avrupa, 16. ve 17. yüzyıl boyunca, cadı avalrıyla birlikte büyücüleri de birlikte yargılamış ve yakmıştır. İslam dininde büyücülük yapmanın günah olduğu, Bakara 101-102, Taha 69 ve Maide 90 surelerinde açıkça yasaklanmıştır. Ancak Ancak Hıristiyanlıkta olduğu gibi yakma ve yok etme gibi bir yaptırıma bağlanmamıştır. Oysa Hıristiyanlık'ta 1320'de çıkartılan papalık bildirisiyle, büyücülük ve cadılık, heretiklik olarak kabul edilmiş, bu gibi suçlamaların muhatapları, Engisizyonda yargılanmışlardır.

Ayrıca Engizisyon mahkemeleri, insanları, büyücüleri ihbar etmeleri için teşvik etmiştir. İhbarda bulunanlar, mahkemenin korumasına alınacak ve altı aylık bir süre için tüm günahları bağışlanacaktır. Böyle bir talep ve teşvikin dinle, mantıkla, dahası insanlıkla bir ilgisinin olmadığı kesindir. Çünkü böyle bir yol açıldığında, kimlerin suçlanacağı hiç belli olmaz; ama zenginlerin kendilerini koruma ve savunma önlemleri alabileceklerinden yine deen çok canı yananlar, yoksullar olacaktır ve öyle de olmuştur.

Büyücülüğün belirtileri ise şöyle sıralanmaktadır: Birden zengin olma, dinine aşırı düşkünlük, sık sık konut değiştirme, yaşlılık, delilik ve hastalık. Bu gibi belirtiler, en sıradan ve en ilgisiz insanların bile suçlanabileceğini göstermektedir. Özellikle de çekememezlik, miras davaları, arazi uyuşmazlıkları gibi nedenler, ihbarların artmasına neden olmaktadır. Hele bir de Engizisyon, ihbarda bulunanlara cennet vaadediyorsa......

Sıradan ve "arkasız" bir kişinin büyücü olduğu ihbar edildiğinde, bu kişinin işi bitmiş demektir. Çünkü yapılan testler sonucunda suçlanan kişi test sırasında ölürse aklanmakta (temize çıkmakta)dır. Eğer ölmezse, o zaman da büyücü olduğu kanıtlanmış sayılmaktadır. Böyle bir "kapan"dan kurtulmanın olasılığı YOK! Suçlanan kişi, çırılçıplak soyuluyor ve kendisine bir duayı okuması emrediliyor. Eğer içinde bulunduğu koşullar nedeniyle şaşırır ve duraksarsa, onun büyücü olduğu yolunda ilk kanıt olarak kabul ediliyor. Daha da (komiği), sanığın, suya atılmasıdır. Eğer (cadılıkla suçlanan bu kişi), yüzerse bu, Şeytan'la işbirliği yaptığının kanıtıdır ki artık onu yakılmaktan hiç kimse kurtaramaz. Yok eğer yüzemez de boğulur ise, o zaman suçsuz olduğu kanıtlanmış olur. (Hani ne derler, iki ucu pisli değnek... )

1450 ile 1550 yılalrı arasında sadece Almanya'da bu şekilde uygulamalar sonucunda büyücülükle suçlanarak yakılan insan sayısı, 100.000'i geçmektedir. Bu konuda, bir yargıcın başından geçenler ilginçtir:
«Treves Üniversitesi rektörü ve Seçici Prensli Mahkemesi başyargıcı Flade'nin sayısız büyücüyü mahkume ttikten sonra içine bir kurt düşmüş, onalrın İŞKENCEYE DAYANAMAYIP suçu üzerlerine alabileceklerini düşünmeye başlamıştır. Bunun sonucunda büyücüleri mahkum ederken gönülsüz davranmaya koyulunca, ruhunu Şeytan'a satmakla suçlanmış, büyücüler gibisuçu üzerine almış ve 1589 yılında ÖNCE BOĞULUP SONRA YAKILMIŞTIR.» (Bertnard Russell, Bilim ve Din. s.66)
Bu örnek, o dönemlerde insanların ne ile karşı karşıya olduklarını göstermesi bakımından oldukça ilginçtir. Engizisyonun eline düşüp de sağ kurtulmak, imkansız gibidir. Benzer bir örnek de bir belediye başkanına aittir. Jean Junius, öldürülmeden önce kızına yazdığı mektubun son bölümünde şöyle yazmaktadır:
«...Cellat beni hapse götürürken dedi ki, "Size yalvarırım bayım... Tanrı aşkına doğru-yanlış birşeyler itiraf edin. Birşeyler uydurun; çünkü bundan sonra uğrayacağınız işkencelere nasıl olsa dayanamayacaksınız. Dayansanız bile yine kurtulamazsınız. Çünkü büyücü olduğunuzu kabulleninceye dek, işkenceler birbirini kovalayacaktır." » (Sibel Özbudun, 8 Mart'tan 8 Mart'a mı?, s.124)
Tanrı adına, kilise adına uygulanan bu yöntem, bu olunca; insanların ne kadar çaresiz oldukları daha açık olarak görülebilir. Çocuğu olan erkek ve kadın, büyücülükle suçlanıp yakılırsa, onun çocukları da öldürülürdü... Çünkü ilerde intikam almalarından korkulurdu. Büyücülerin yakılması, onların ruhlarının geri dönmesini engellemek için uygulanan bir önlemdi. Herhangi bir nedenle "biraz yumuşak davranmaları" gereken bir suçlu söz konusu olduğunda, önce kafası kesilir, sonra da yakılırdı. Zaten ölemden önce suçlanan kişilere uygulanan işkenceler, insanı insanlığından utandırmakta ve türlerini diken diken etmeğe yetmektedir:
«...Gerilme, parmak kelepçesi, kerpetenle burulma, kor halinde kömürle parmaklarını yakma (Metz'de), buzla kaplı odaya kapatılma (Avignon'da), tırnaklar arasına demir sokma, pis yiyecekler ve her çeşit ateş işkencesi (tormentum ignis), kızdırılmış demirle dağlama, tabanların yağlanarak yakılması vb. vb...» (a.g.e., s.128)
Her anıldığında lanetlenen insanlık düşmanı Naziler, 6 milyon Yahudi'yi fırınlarda yakarak yoke tmişlerdir. Fakat fırında yakma işleminde Naziler, İspanya Engizisyonunun ardılları sayılabilirler ancak.
İnsanların mutluluğunu savunması ve sağlaması gereken din, onların yaşamlarını çekilmez hale getirmiştir. Ya da din adına hareket ettiklerini söyleyenler, insanları aşamayacakları yasaklarla kuşatmışlardır.

Hieros Gamos - Kutsal Birleşme Nedir?








Hieros Gamos - Kutsal Birleşme Nedir?

Hieros Gamos, kabul edilen şekliyle “Kutsal Birleşme” anlamına gelen bir tamlamadır. Çok tanrılı inanç pratikleri içerisinde sıklıkla uygulanan bir ritüel formunu anlatmak için kullanılır. Bu ritüel, cinselliği batıni esrime yoluyla evrensel olana ulaşmada bir araç olarak kullanan çok eski bir uygulamadır ve bir çok dini yazın ve çalışmada izine rastlanır.

Panteist düşüncede, ritüeli uygulayan kişinin bir tanrı veya tanrıçayla birleşmesi esas alınarak gerçekleştirilen bu çalışma, sempatetik maji esaslarına göre ritüel uygulayıcılarının birer tanrıça ve tanrı haline gelmesiyle de açıklanabilir. İlkinde, tanrıça veya tanrıyla birleşme bir inisiyasyon amacı taşır ve cinsellik bu şuura ulaşmak için kullanılan bir araçtır. İkincisiyse yine bu özü taşımakla birlikte, daha farklı bir sembolizm kullanır. Mevsimsel yaşam-ölüm döngüsü içerisinde tanrıça ve tanrıların yaratma eylemi bilfiil canlandırılarak amaç gerçekleştirilmiş ve eylemin sırları kavranmış olur, eylemi gerçekleştiren inisiyatik okulun anlaşıyışına göre amaç zevki ön plana çıkarmaktan zevkin aşılmasına kadar bir çok farklı şekilde ele alınabilir, aslında bugünkü cinsel pratiğe yüklenen kimliklerden epey farklı yapılaşmalar söz konusudur. Bu durum eski dönemlerden beri anlam kaymasına uğrayarak bir iktidar nesnesi olarak da kullanılmış –sırlara vakıf olma anlamında- örneğin yönetici konumunda bir kişinin bu konuma gelebilmesi yönettiği toprakla –tanrıça- evliliği metaforunda anlatılmıştır.
Ayinler Eleusis’in büyük misterlerinden, –Agrai’de şubatta yapılan küçük misterlerden sonra eylülde gerçekleştirilirdi.- Dionysos adına yapılan şenliklere –Roma’da Bacchus’le bir tutulduğundan Bacchanalia adı verilir- İnanna ve Dumuzi’den Aphrodite ve Adonis’e dek uzanan çok köklü bir geleneği yansıtır. Tüm uygulamanın özünde sadece kadınlara ait bir mister uygulaması vardır ve bu daha sonra erkekleri de kapsayacak şekilde genişletilmiştir. (Eleusis’teki Haloa ayinleriyle küçük misterler karşılaştırılabilir.) Bu antik toplumda tanrıçanın parthenogenesis tabir edilen ebedi ve ezeli varlığından kozmik bir tanrıça-tanrı çiftine doğru evrilen konumuyla paralel gelişen toplumsal cinsiyet kavramının da değişmesiyle oluşmuştur. (Örnek olarak İnanna tapımına odaklı Sümer toplumunun Akad ve daha sonra Babil etkisiyle tapıma Dumuzi ve Tammuz’u sokması gösterilebilir, İnanna ise İştar olarak karşımıza çıkar.) Bu noktada mister amacından uzaklaşarak iktidarın nesnesi haline gelmiş, “yaratma” eyleminin mikrokozmik boyutta insan tarafından kavranması gözden yitirilerek toprağı ve dini pratiği kullanarak iktidarı sağlamlaştıran yeni rahip-kral kastının aracı konumuna gerilemiştir. Buna karşın tanrı ardıl konumdadır ve iktidara sahip olması yalnızca tanrıçaya olan bağıyla gerçekleşebilir. Oğul/sevgili ölüm-yaşam ötesinde bulunan tanrıçanın tapım kurallarınca ölüp yeniden dirilme edimini gerçekleştirmek durumundadır.

Bu ritüelleri anlatmak için kullanılan bir terim haline gelen “Hieros Gamos” ise, aslen Zeus ve Hera adına kutlanan bir festivalin adından gelir ve uygulanışı çok daha farklı özellikler taşır. Bu açıdan Pagan pratikler arasında çok farklı dallara ayrılmış cinsel ritüelleri değerlendirirken aradaki ayrımlara oldukça dikkat etmek gerekir.

Yunan toplumunda bugünkü takvime göre ocak ayına denk gelen ve adına “Gamelion” denilen bir dönem vardı ve bu ay Zeus’la Hera’nın “birleşmesi” kutlanırdı. Bu yüzden evlilikler bu ayda gerçekleştirilirdi.-yine sempatetik majiyle bağlantısı vardır.- “Gamelion” bir geçiş zamanıydı ve şenliğin kutlanacağı tarih ayın konumuna göre belirlenirdi. Yeni ay zamanı geldiğinde “Gamelia” denilen ve “birleşmeyi kutsayan” tanrıça Hera onuruna mister ayinleri düzenlenirdi. Gamelia boyunca, aslen tanrıçanın ardılı konumunda olan Zeus’un tanrıçaya tâbi olması dolayısıyla Zeus “Heraios” olarak adlandırılır ve yapılan törenlere de “Hieros Gamos” adı verilirdi. Anlamı epey farklı olan bu uygulama daha sonra “kutsal evlilik” tanımına indirgense de, aslında Hera adına düzenlenen ay misterlerinde gerçekleştirilen kutsama ayinlerine verilen addır ve kadınların menstruasyon-ay döngüsü ilişkisine göre belirlenen yoğun bir içrek mana barındırır.

Ancak günümüzde Hieros Gamos büyük oranda asıl anlamına gönderme yapılarak değil, tüm cinsel ritüelleri genelleştiren –bir bakıma da hataya düşen- bir anlamda kullanılmaktadır, derin bilgi peşindeki bir okült öğrenci adayı için okuma yaparken bunlara dikkat etmek de elzem olabilmektedir.
Not: Sempatetik –sympathetic- maji, benzerlik üzerinden özdeşlik kurma yasası uyarınca gerçekleştirilen maji uygulamalarına verilen addır. Etkilerin nedenlere benzemesi bağlamında da açıklanabilirler. Örneğin ritüel formunda gerçekleşmesi istenen bir amaç aynen canlandırılır, böylelikle gerçekleşmesi istenen olayla arada bir majikal bağlantı kurulur ve enerji akışının odaklanması sağlanır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder