17 Ocak 2011 Pazartesi

Bir Çiçeğin Duası

Ey bütün çiçeklerin,bütün bitkilerin,yerin,göklerin ve bütün Alemlerin Rabbi;
Ben Senin yarattığın tohunlardan cansız bır tohumdum bir zamanlar.
Sen bana can verdin.
Dualarımı kabul ettin,beni bir çiçek yaptın.
Bana kendi dilediğin gibi bir şekil verdin.
Renklerle,desenlerle süsledin yüzümü.
Bana bir koku sürdün,koklayanları mest eden.
Güzellerden bir güzel yaptın,görenlere! gösterdin.

Senin verdiğin cazibeyle kuşları,böcekleri çağırdım kucağıma,dayanamadılar koştular.Onlara,Senin Rahmet çeşmelerinden şerbetler sundum Senin izninle.
Birbirimize güldük,birbirimize sarıldık.el ele,kucak kucağa Sana şükrettik.
Seni zikrettik günler boyunca.
Nice kuşlar nice böceklerle tanıştım böylece..
Hepsiyle mutlu beraberliklerim oldu.
Nihayet birgün...
Beni bir mü’min kulun gördü,yanımdan geçiyordu,beni fark etti durdu,geri döndü eğildi.
Yüzüme baktı uzun uzun,önce gözleriyle sonra elleriyle okşadı kokladı,kokladı.
Bir öpücük kondurdu yanaklarıma ayrılmadan.
“Ne güzel yaratılmış”dedi sessizce.
İşte o an niçin var olduğumu anladım.melekler sardı etrafımızı ansızın.
İmrenerek seyrettiler olup biteni.
Görmediği Rabbine görmüş gibi inanan bir insanın yücelişini gördüler.
Ve herşeyi en ince ayrıntısıyla kaydettiler.
çekilen resimlerde bende vardım.

Ey dualara cevap veren Rabbim,
Ben cansız bir tohumdum.
Dualarımı kabul ettin,güzel bir çicek oldum.
Senin Kudretinle canlandım,Senin Sanatınla süslendim,Senin Lutfünla güldüm.
Şimdi bir duam daha kaldı mahşere sakladığım
“Beni gören gözleri ateşte yakma Ya Rabbii!”

devam edecek

Bir Ağacın Duası

Toprağa düşen bir tohum,bir ağaç olmak için niyaz eder Rabbine.”Taki,Senin güzel isimlerinin nakışlarını kendi kabiliyetimce göstereyim”der kendi lisanıyla.

Duasının kabulüyle beraber filiz olur,yeryüzüne çıkar. tohum,ağaç olur ama dualar bitmez.

Bu defa her bahar yeniden yeşeren binlerce elini semaya açar,geceler ve gündüzler boyu durmakzısın Rabbini zikreder,ona dualar sunar.

Yapraklar yapraklarla,ağaçlar ağaçlarla saf saf olur,öylece dualar eder.
Dualar kabul olur,yeryüzüne Rahmet iner. ağaçlar,yapraklar,insanlar ve sayısız hayvanlar yağmurdan nasiplenir.

Ormanların yağmur çektiği,eskiden beri bilinen bir gerçektir. son yıllarda ise ilim dünyası bu konuda bir esrar perdesini daha araladı.
Bugün birçok ağaç türünün,yağmuru çekmekte hizmet gören bir bakteri türüne beşiklik ettiği biliniyor.

Rüzgarla havaya savruldukları zaman bu bakteriler Atmosferde bir nevi yağmur çekirdekleri vazifesini görüyorlar ve yağışı kolaylaştırıyorlar. başka bir deyişle,bu bakteriler kendilerine ev sahipliği yapan ağaçların bu iyiliğine karşı borçlarını yağmur duasıyla ödüyorlardı.

Ve ,musluğumuzdan akan suyun yahut soframızdaki meyvenin ardındaki dua zinciri,dağ başındaki ağacın gövdesindeki bakterilere kadar uzanıyor.

Ağaç yağmur getirmez,yağmur için sadece dua eder. zaten elinden başka bir şey gelmez.çünki suyun yanına bile gidemez..fakat onun Rabbi denizlerin suyunu kaldırır,gökte arıtır ve onun üzerine boşaltır. bu ne yüce bir duadır.

Bir ağacın duası,bütün ağaçların duası,bütün bakterilerin duası ve bütün bitkilerin dualarıyla birlikte arşa yükselir. duaların kabulünü bazen bir şimşek bazen bir gökkürültüsü müjdeler,bazen de sessiz sedasız geliverir bulutlar. bulutlarla birlikte herkesin duasına birden cevap verilir. dua edenler çok olur ama cevap veren TEK’tir.

Sayısız dualara bir tek fiille cevap vermek ise O’nun bu alemdeki birlik tecellilerinden bir tecellidir.

Mercanların Duası

Avustralya açıklarında,denizlerin dibini rengarenk bir halı gibi kaplar mercanlar. bu canlı halının tüyleri gibi uzanan poliplerden her biri,aslında ayrı bir hayvandır. bunlardan binlercesi birbirine bağlanır ve bir aile teşkil eder. öyle bir aile ki birinin aldığı besinle hepsi birden beslenir,hepsi tek vucüt gibi davranır.

Bulundukları yerde kalmaya razı olmaz mercanlar. çoğalmak ve yayılmak isterler.çünki üzerlerinde görenleri hayran bırakan bir sanatın esri vardır.
“Ey Rabbimiz”diye dua eder mercanlar kendi dilleriyle.”bize izin ver de,üzerimizde sergilediğin İlahi sanatının eserlerini uzaklara taşıyalım”

Dualara cevap,bahar mevsiminin başlangıcında ay ışığıyla beraber gelir.

Dolunay belirdimi büyük okyanus üzerinde milyarlarca mercan birden harekete geçer. Birbirinden yüzlerce kilometre uzakta milyarlarca mercan”ateş”emrini almış bir ordu gibi aynı anda yumurtlamaya başlar. Yumurtaların bırakıldığı aynı anda,milyarlarca mercandan,birer ambalaj içinde spermler fışkırır. birkaç saat içinde denizin dibi lapa lapa kar yağışı içinde kalır,sonra akıntı gelir onları uzaklara daha uzaklara taşır,tıpkı yeryüzünde ağaç tohumlarını birbiriyle tanıştıran aşılayıcı rüzgarlar gibi.

Yüzeye yaklaşınca paketler açılır,spermler yüzmeye başlar ve hemen gider,kendisine uygun yumurtayı bulup ona yapışır.bir anda milyarlarca hayatın temeli atılır büyük okyanusun sularında.
“Ol”emrini alan yumurtalar mercan olmaya koyulur.birkaç dakika içinde bölünme başlar.şekilsiz yumurtalarda adım adım mercanlar inşa edilir.bir planla bir takdirle ap açık bir tenasüp ve sanat içinde...

Her bahar dolunayla birlikte milyarlarca mercanın dualarına cevap gelir

Her bahar yer ve gökler Rabbinin emriyle denizlerin altında lapa lapa kar yağar.

devam edecek

Bir Damla Suyun Duası

Ben bir damlacıktım denizlerde dolaşan. deryada bir damla,dünyada bir zerre..
akıntılarla dünyayı dolaştım kaç sefer. Dalgalarla kıtalara gidip geldim. güneşin erişemediği yerlere inip çıktım. hiçbir an bir yerde duramadım. bir damlaydım,ama deniz bendim aynı zamanda.

Bir damla olarak kalmaya razı değildim. deniz olmak da yetmezdi bana. bütün bunların ötesinde başka bir duam vardı benim”bir yudum su olmak”

Günler ve geceler boyu yakardım Alemlerin Rabbine.şevkle hevesle denizden denize koştum,bir gün dualarım kabul olacak diye.
Bir gün güneşin tebessümüyle dualarıma cevap geldi. bir parça ışık bir parça sıcaklık erişti uzayın derinliklerinden.

Ve bir kuş gibi havalandım. fazlalıklarımı denize bırakıp saf bir su damlası halinde yükseldim göklere. benimle birlikte niceleri yükseldi.

Yer ve gökler Rabbinin emriyle arınan sayısız su damlalarıyla beraber,meleklerin ellerinde,görünmez bir ordu halinde uçtuk uçtuk. sonra”toplan”emri erişti. bulutlarda toplandık.

Dokuz gün,dokuz gece göklerde uçtuk durmadan. nice ovalar,nice dağlar,nice kıtalar aştık. Sonra “in”emrini alan yeryüzüne indi. kimimiz toprağın altına sızdı,kimimiz göllere doluştu. bense bir akarsuya karışıp her saniye yüz milyar yeni arkadaşımla tanışarak aktım günler boyunca. dağlardan ovalardan geçtim bir yudum su olmak için.

Deniz olmak yetmezdi bana. bulutlar akarsularda yetmezdi. ben bir yudum su olmak istedim. bir yudum su için dua eden bir tende dolaşmak istedim.

Onunla beraber, onun diliyle ,onun zerreleriyle Alemlerin Rabbini zikretmek istedi dilim. ben onun için dua ettim,onun içi bir yudum su olmak istedim ve oldum.

devam edecek

Orucun Dilinden Dua

Ya Rabbi beni yaratan Sensin. beni rızıklandıranda Sensin.
Gökten ve Yerden türlü türlü nimetleri önüme serende Sensin.
Sen nasip etmeseydin ağaçlar dallarıyla meyvelerini sunmazdı bana.
Sen ilham etmeseydin arılar bal yapamazdı benim için.
Sen boyun eğdirmeseydin koyunlar sütünü ve etini bana sunmazlardı.
Sen yaratmasaydın denizler türlü türlü balıklarıyla benim için bir sofra olmazdı.
Sen emretmeseydin,pınarlar buz gibi suyuyla beni serinletmezdi.
Eğer Sen izin vermeseydin sağlık ve afiyet vermeseydin,bütün bu nimetlerden birteki benim boğazımdan geçmezdi.

Bana yedirende Sensin,içirende Ey Rabbim,Ey göklerin ve Yerin,Ey Alemlerin Rabbi!
Seni görmedim ama görmüş gibi iman ettim.
Sende “göster” buyurdun.”göster imanını Alemlere”
İşte orucumla gösteriyorum.
Açlığım ve susuzluğumla bildiriyorum.
Sahurdaki zevkimle,oruçtaki şevkimle,iftar vaktindeki neşemle,göklere ve yere,insanlara ve meleklere ilan ediyorum:
“Beni Alemlerin Rabbinden başka hiç kimse doyuramaz”
ve ondan başka hiç kimse beni aç bırakamaz.”

devam edecek

Yağmur Duası

Ümit Şimşek/Bakıp da göremediklerimiz?


Su ister çatlamış topraklar,su ister boynu bükük çiçekler,su ister fışkırıp filiz olmak isteyen tohumlar.

Toprakta barınan yahut yerde yürüyen ne varsa hepsi su ister. su çok uzaklardadır. üstelik acı ve tuzludur. ne içilir ne bir çiçeğe faydası dokunur.
Onu getirmeye ve kana kana içmeye güçleri yetmez. onun içi istediklerini her şeye gücü yeten birisinden isterler.

Toprağın her bir zerresinden dualar yükselir arşın Rabbine.dualara cevap veren, güneş ışığını gönderir denizlerin yüzüne,suyu ısıtır,arıtır,havaya kaldırır. bulutlara “toplan” emrını verir. bulutlar şevkle koşar Rabbinin emrine. bölük bölük toplanırlar.şekilden şekle girerler.


Sonra rüzgar emir alır Rabbinden hedef gösterilir ve rüzgar gösterilen yere bulutları taşır. şimşeğe “çak” emri ulaşır. şimşek tesbihatıyla gökleri çınlatır.gökkürültüsüne”müjdele”buyurulur.müjdele benim kullarıma Rahmetimi”
Bulutlar geliyoruz diye haykırırlar.Rabbimizin Rahmetiyle geliyoruz.

İşte benim Rabbim Rahmetini müjdelediği zaman bulutları böyle koşturur,gökleri böyle konuşturur. derken damlalar birer ikişer ıslatmaya başlar yeryüzünü. süzüle süzüle inerler,yavaşça konarlar,incitmeden okşarlar çiçeklerin güzel yüzünü. Beraberinde şimşeklerin 30bin derece sıcaklıkta ürettiği Azot bileşiklerini de hediye olarak getirirler.

Dualara cevap olarak gelen yağmur tanelerinden yine dualar yükselir arşın Rabbine:”bu sevimli çiçeklerin güzel yüzleriyle yeryüzünün yüzünü güldür Ey Rabbimiz”

Güldürende O’ dur ağlatanda. bulutların gözyaşları O’nun emriyle yeryüzüne tebessümler saçar. güller açar ve gülümser. nehirler coşar ve yeniden yağmur olup geri dönmek için deryaya koşarlar.

Toprak canlanır,ölüler dirilir. göklerin tesbihatına çiçekler kendi dilleriyle iştirak eder,rengarenk desenleriyle süslü nakışlarıyla zikreder yer ve göklerin Rabbini.

Su ister çatlamış topraklar,su ister boynu bükük çiçekler,su ister fışkırıp filiz olmak isteyen tohumlar.

Toprakta barınan yahut yerde yürüyen ne varsa hepsi su ister. hepsi de kimden isteyeceğini bilir.

Bütün dualar O’na yükselir .O ise yerden çıkanı ve gökten ineni hakkıyla bilir.çünki her duayı işiten ve her şeyi indiren O’ dur.

Bir Bebeğin Duası

Ey gökleri ve Yeri ve içindekileri yoktan yaratan Rabbim!

Ben bir hiçtim,beni Sen Kudretinle yarattın.
Bana Sen vucüt verdin,hayat verdin,ruh verdin.
Bunları Sen bağışlamasaydın eğer,hiç kimse beni hiçlikten ve yokluktan çıkarıp bu dünyaya göndermezdi.

Ben bir anne ve babadan doğdum.ama ben dünyaya gözümü açmadan önce,onlar da nasıl bir bebek beklediklerini bilmiyorlardı.
Bana Sen kendi dilediğin gibi bir süret verdin.
Bana dünyada hiç kimseye vermediğin bir sima verdin.
Alemlerin Rabbi benim yüzümde,sadece bana ait bir eserini nasıl işlemiş,göreyim ve göstereyim diye.

Bana göz verdin,Senin eserlerini göreyim diye.
Bana kulak verdin,Senin yarattıklarının Seni nasıl zikrediyor işiteyim diye.
Bana akıl verdin,Seni bulayım diye.
Bana dil verdin,Seni zikredeyim diye.
Bana kalp verdin,Seni seveyim diye.
Dünya ve ahiretin bütün nimetlerini önüme serdin ve bana bir arzu verdin”Senden isteyeyim diye”

Vermek istedin.çünki vermek Senin şanındandır.
Onun için bana istemeyi öğrettin.
Aldığım her nefes Senin Rahmetindendir Ya Rabbi.
Eriştiğim her nimet Senin ihsanındandır Ya Rabbi.
Neşem,sevinçim,mutluluk ve huzurum hep Sendendir Ya Rabbi.
Senin gizli açık nimetlerinin sayısını bilemem,hayal bile edemem.bilsem de saymakla bitiremem Ya Rabbi.
Yalnız üzerimdeki en büyük nimetini bilirim:
”Bana şükretmeyi öğreten de Sensin Ya Rabbi”

devam edecek

Dualar ve Cevapla

Bir ışık ister toprağın altındaki tohumlar.bir ışık ister bütün canlılar.yeryüzünde ne varsa ısınmak ve aydınlanmak ister.Ve bir güneş süzülerek doğar ufuktan,150 milyon kilometre öteden gülümser.bir soba gibi ısıtır dünyayı bir lamba misali aydınlatır.

Hersabah birtek güneşle herkesin duasına birden cevap gelir.

Bir parça su ister açmak için çiçekler.
Bir yudum su ister uçmak için kuşlar.
Teninde can taşıyan ne varsa hepsi hergün su ister.
Bir bulut çıkar gelir ansızın, gökleri çınlatır müjdeyle binlerce kilometre uzaklardaki denizlerin tuzlu suyunu arıtılmış olarak getirir ve boşaltır.

Bir yağmurla herkesin duasına birden cevap gelir.

Rızık ister böcekler
Rızık ister çiçekler
Rızık ister denizin dibindeki balıklar
Dağın başında,çölün ortasında,ormanın derinliklerinde,toprağın altında ve üstünde,gözün gördüğü ve göremediği her yerde yaşayan ne varsa hepsi bir rızık ister.

Aynı güneşle,aynı yağmurla,aynı topraktan,aynı denizden hepsinin duasına birden cevap gelir.

Her an yeryüzünün her karışından dualar yükselir arşa
Herkez isteyeceği ne varsa O’ndan ister.
Dualar cevapsız kalmaz.
Dua edenlerden hiçbirisi mahrum kalmaz.
“isteyin vereyim”buyurur dualara cevap veren..
dualara cevap verirken herşeyi kuşatan Rahmetiyle beraber,birlik ve büyüklüğünü de gösterir.

Bir tek güneşle herkezi birden ısıtır ve aydınlatır.
Bir yağmurla herkeze birden su yetiştirir.
Bir topraktan ve bir denizden herkezi birden besler.

O bütün dualara birtek dua gibi cevap verir.ve bir tek duayı,bütün kullarının duası gibi önemle dinler.çünki O’nun Kudreti karşısında herşey birtek şey gibi kolay,O’nun Rahmeti karşısında birşey herşey gibi önemlidir.

O’ndan başkası ise en küçük bir duaya cevap veremez.çünki en küçük bir dua,karşılığında bir güneş ve bir dünya ister...

Son..

Dualar ve Cevapla

Kavram Yönünden DUA

Kavram yönünden Dua, kulun bütün benliği ile Allah’a yönelerek bir şeyin yapılması veya yapılmamasını yaratıcıyı medh ve seha ederek, ihtiyacını ifade eden bir dinle istekle bulunması şeklinde ifadelenmiştir.
Dua, insanla Allah arasında bir haberleşme olarak da anlaşılabilir.görünüşte bu haberleşme tek yönlü gibidir, fakat duada, bir tek dua eden tarafından anlaşılabilecek bir yok ile Allah’ın buna karşılık vereceği beklentisi ve umudu vardır.
İslam’a göre hayat, Allah ile kul arasında bir rabıta olduğundan, insan farkında olsun veya olmasın yaptığı hayırlı iş ve davranışlar bir duadır.
Dua ile insan doğrudan doğruya Allah’a baş vurmakta ve onunla konuşmaktadır.İşte dua, Allah’la konuşarak, insanın kendi geçici eğreti durumu hakkında şuur kazanmasıdır.Duayı canlandıran anlamlı niyet, insanın neye ihtiyacı olduğunu bilmesi bile, “eksiklik şuurudur” ve bu eksikliğini doğurduğu gerginlikleri gidermek için dile getirilir.Her şekilde dua, insanın kendi durumu ile sınırlı kaldığı için, kişi kendiliğinden ilahi kudreti istediği yöne çevirmeyeceğinin farkındadır.Bunun için, ister bu arzunun gerçekleştirilmesi, ister bir çaresizliğin yatıştırılması maksadıyla yapılsın, her durumda duayı zaruri kılan sebepler vardır.Her durumda dua bir talep ve yöneliştir; Dua, bilinmek, işitilmek talebinden başka bir şey değildir.Açıkça, yada üstü örtülü şekilde, insani durumun kendi temeline son derece tutarlı bir davranış olarak gözükür.
Bir talebi konu edinen dua, temel dini ruh halini temsil eder.Allah’a ümitle ve güvenle yönelen insan, kendi fanilini itiraf etmekle, aynı zamanda hayatın bir anlamı olduğuna inanarak arzusunu sürdürmektedir.Buna bağlı olarakta, Allah’ın güçlü ve Hakim olduğunu kabul ederek yüce yaratıcısına yönelmektedir.
Dua, kulluğun en önemli göstergesidir.Çünkü Allah’ın yüceliğini her şeye kadir olduğunu,bütün kainatın rabbi olduğunu ve gerçek dostun ve yardımcının Allah olduğunu içine sindiren kişi her istediğini Allah’a iletir.Allah’a inanmayan, ondan müstağni davranan, Allah dışında bazı varlıklarda veya kendi nefsinde güç ve kudret görenler, Allah’a dua etmezler.Bu yüzden kulluk ve dua birbirinin gereğidir.”Deki: Duanız olmasa, Rabbim size ne kıymet verirdi?”…

Hıristiyanlarca DUA

Hıristiyanlarca da günlük, haftalık ve yıllık dualar vardır.Önceden yedi defa iken şimdilerde her gün kilisede iki vakit dua ve ibadet vardır.
Sabah ve akşam yapılan dualar için tespit edilmiş bir vakit yoktur.Bu, duruma göre ayarlanır.Toplu ibadeti papazlar ve diğer ruhaniler idare ederler.Başkaları aynı görevi yapamazlar.Çünkü, İsa, öğrencilerini takdis etmiş, öğrencileri de ruhanileri takdis etmiştir.Duada İncil ve ilahi okunur.Ayrıca Tevrat’tan da parçalar okunur.Dualar diz çökerek ve yerlere kapanarak olur.Bu, duanın konusuna bağlıdır.Hıristiyanlıkta dua ,Tanrıya ulaşma, O’nu tanıma ve vicdanın sesi olarak nitelendirir.Hıristiyanlıkta günlük ibadetin dışında haftalık ibadet vardır.Pazar günü yapılır.Yıllık ibadet ve dua vardır, “Paskalya” olarak keşişler ve rahipler gözetiminde manastırlarda yapılır…

Yahudilikte DUA

Yahudilikte günlük, haftalık ve yıllık dua ve ibadet vardır.Günde üç defa dua zamanı vardır.Sabah, öğleden güneş batıncaya kadar olan zaman ve akşam namaz adı da verilen bu günlük dualar, tek olduğu gibi mabette de toplu halde yapılır..Dua esnasında eski ahitteki kitaplardan parçalar okunur.Sabah duasında özel dua atkısı, diğer vakitlerde ise dua bilezikleri takılır.Kadınlar cemaate iştirak edemezler.Şayet Mabede gelirlerse ayrı bir yerde başörtülü olarak duayı takip ederler, erkeklerinde ibadet esnasında başları kapalıdır.Hahamlarınsa kendilerine has kıyafetleri vardır.Her Yahudi, sabah duasında şöyle der: “ezeli ilahımız, beni kadın yaratmadığın için sana hamd olsun ”Yahudiler ayakları bitiştirmek diz çökmek, baş eğmek, elleri göğe açmak ve Kudüs’e yönelmek suretiyle dua ederler.Dua dili İbranice olmakla birlikte bazı eski Amerika dualar da okunur.Dua öncesinde temizlik yapmak ve özel ayin elbisesi giymek gerekir.Duaların büyük bir kısmını ihtiva eden Mezmurlar hem Yahudi hem de Hıristiyanlarca dua esnasında okunmaktadır.
Haftalık ibadet olarak Cumartesi ibadeti vardır. Cumartesi’ nin Arapçası “sebt” , ibra nicesi “sabat” şeklindedir. Yahudiliğe göre Tanrı Yehova dünyayı altı günde yaratmış, yedinci gün dinlenmiştir. Bu günde çalışmayı bırakıp ibadet etmeyi milletine de emretmiş ve emrine uymayanları cezalandıracağını söylemiştir.Onun için Yahudiler altı gün çalışırlar.Yedinci gün hiçbir iş yapmazlar.Cumartesi gününü dua ve ibadetle geçirirler..

Ruhsal Yönden Dua

Tatmin edilmemiş sonsuz istek ve arzularımız şuur altına atılarak bizde umulmayan zamanlarda çeşitli buhranlara, çeşitli iç sıkıntılara yol açar.Dua ile en gizli, en mahrem duygularımızı dile getirir, içimizi boşaltır, ümidimizi kuvvetlendirir, korkularımızı hafifletiriz.İçimize eşsiz bir rahatlık verir, gerginlikleri gideririz.Duasız bir insan, ışıksız bir mahsene benzer.Dua ile kendimizi Allah’a daha yakın hissederiz.Duasız insan, yalnızlığın karanlık hapsi içinde çırpınan zavallıdır.Dua ile benlik davranışlarını aşabiliriz.Çünkü, dua, engel ve uzaklıklar tanımaz, zaman ve mekanlar ona engel olamaz.Dua ile sonsuz aczimizi yüce Allah’ın sonsuz kudretine bağlama saadetine ereriz.Dua ile ruh gücünü kanatlandırız.duada iç varlığımız aydınlanır.Duada kendi gücümüzle değil, Allah’ın sonsuz gücüyle meydan okuruz.Namazda “bana doğru yolu göster, beni eğri ve kötü yollardan koru, bana kuvvet ver” demek suretiyle bir taraftan kendinizi, insanlık haysiyetimizi koruyup yükseltmeye yöneltirken öbür taraftan sınırsız güçsüzlüğümüzü Cenabı Hakkın sonsuz kudretine bağlar, ruhumuza eşsiz bir enerji depo ederiz.
İbadet yapmamak ve dua etmemekten dolayı ruhları aç kalan nice insanlar vardır ki, medeniyetin bütün lüks ve konforu ellerindeki servet ve imkanlar onları mutlu edememiştir.İç huzurdan yoksun olan bu biçareler, vicdanları ile baş başa kalmaktan korkarlar.Onların çılgınca eğlence ve kahkahaları, iç varlıklarında tutuşan yangını maskelese bile kendilerini için için kemirmekten asla kurtaramaz.Hatırdan hiç çıkarmamak gerekir ki, ruhunda beden gibi bir çok ihtiyaçları vardır.Bu hususları gözden uzak tutan yanlış düşünce ve hükümler, bugün insanlığı buhranlara sürüklemekte, kıvrandırmakta, onu gönül huzurundan yoksun bırakmakta ve felaketine yol açmaktadır.
Bu gün bir çok hastalıkları meydana getiren çeşitli mikroplar keşfedilmiştir.Bazen yıllarca bu mikroplardan beraber yaşarız; hastalanmayız da acaba neden günün birinde onların pençesi altında kıvranırız?. Çünkü, o ana kadar vücudumuzun savunma sistemi, mikropları alt edecek durumda idi. Peki, niçin bedenimizin direnci birden kırıldı?. Ruh ve beden tabeveti bunu da ruhi sebeplere bağlamak meylindedir.Şöyle ki: çeşitli ruhi gerginlikler, üzüntüler, korkular, ümitsizlik vücut müdafaasını üzerine alan hücrelere tesir ederek adeta onların direncini felce uğratıyor, böylece meydan mikroplara kalıyor, mücadeleyi kaybediyoruz.

Peygamberimizin Sünnetinde DUA

“(Ey Muhammet!) kullarım sana, benden sorarlarsa, ben, şüphesiz onlara pek yakınım.Bana dua edenin duasını dua ettiği anda işitir, ona karşılık veririm.”(Bakara suresi186)
“Dua ibadetin ta kendisidir.”(Ebu Davud,Tirmizi)
“İbadetin en üstünü duadır.”(Hakim)
Hz.Peygamber(s.a.v) Allah’ı zikretmek hususunda yaratılmışların en üstünü idi.Hatta her söylediği, Allah’ı zikir ve ona yakın şeyler idi.Emretmesi, yasaklaması,ümmet için hüküm koyması Rasulullahın, Allah’ı zikretmesiydi.Cenabı Hakkın isim ve sıfatlarından, hükümlerinden ve fiillerinde, vaatlerinden ve tehditlerinden haber vermesi ve Rasulullahın Allah’ı zikretmesiydi.Hz.Peygamberin(s.a.v) Allah’ı nimetleriyle övmesi, yüceltmesi, hamd ve tesbih etmesi hep O’nu zikirdir.Allah’tan istemesi ve O’na dua etmesi, Allah’tan ümit var olması ve korkması da zikirdir.Sükut edip susmasıda Allah’ı kalbi ile zikretmesiydi.Her anında, her halinde Allah’ı zikrederdi.Alıp verdiği nefeslerle birlikte Allah’ı zikrederdi.Ayakta, otururken, yatarken,yürürken, yolculukta, konaklamasında ve ikametinde zikir halinde idi.Dua onun hayatında adeta bir yaşam tarzına dönüşmüştür.
Hz.Peygamberin(s.a.v) bazı hadisleri de duanın önemini belirtmektedir.”dua, ibadetin beynidir.”(Tuffetü-l –Ahvezi/5-Et-taç) dua, inen felaketlere de inmemiş musibetlere de fayda verir.Allah’ın kulları! Size lazım olan, duaya devam etmektir.”kazayı; duadan başka geri çevirecek şey yoktur, ömrünü ancak iyilik yapmak uzatır.” “kim şiddetli hadiseler ve sıkıntılı zamanlarda duasını Allah’ın kabul etmesini isterse, iyilik ve bolluk vakitlerinde duayı çok yapsın.” “Alla’ın lütfundan dilediğinizi isteyin.Hakikat, Aziz ve Celil olan Allah, kendisinden istenilmesini sever.İbadetin en faziletlisi de kurtuluşu beklemektir.”

Dua ile Sağlığı Koruma

İbadetlerin bir hedefi de, insanı ruhen ve bedenen sağlam tutmak, ruhi ve bedeni hastalıklara karşı korumaktır; hatta malının sağlığını bile korumaktır.Çünkü namaz gibi ibadet, abdest ve yıkamayı ön şart kabul etmekle beden temizliğine, özellikle namaz ve oruç insanın ruhi temizliğine, zekat özellikle insanın malının temizliğine birer vasıtadır.Bu bakımdan, bütün ibadetleri terapi olarak tarif etmek mümkündür.
Bazı hastalıklar vardır ki, sebebi mikrobiktir ve insanın cismine arız olur.Bazı hastalıklarda vardır ki, sebebi mikrobik değildir, yani ruhidir ve insanın ruhi fonksiyonlarına ve yaşantısına arız olur.Fakat, ruhla beden arasında kesin ve kategorik bir ayrım olmadığından, bedeni bir hastalık bazen ruhi yaşantıya da hasta ettiği gibi, ruhsal bir hastalık bazen bedeni de etkileyebilir.O halde tam sağlıklı bir kişilik için, hem bedeni hem de ruhu dengeli bir şekilde sağlıklı tutmak gerekir.İslam, bir iman-ibadet sistemi olarak her türlü hastalığa karşı hem koruyucu bir hekimlik, hem de iyileştirici etkin bir ilaçtır.İman her şeyden önce insanın ruh ve kalp temizliği demektir.İnsan, Allah’a inanmakla benliğini başka şeylerden temizler, Allah şuurunu yerleştirir.Küfür ise kirlilik ve kalbin kararması demektir.İman, insanın güzel, temiz ve doğru fiiller yapmasına vesile olduğu halde genellikle insanın çirkin ve yanlış işler yapmasına sebep olur.İnanmakla insan iç huzura kavuşur, inanmamakla da iç huzursuzluğa girer.

Kur’an-da DUA

“Bana dua edin, size icabet edeyim.”
Kur’an’ı Kerim’de dua ile ilgili bir çok ayet yer almaktadır.Bu ayetler içerik olarak, Allah’a dua etme, isteklerini ve ihtiyaçlarını, arzularını arz ederek, Allah’ın lütfunu dileme, seslenme, davet etme, yardım çağırma, Allah’ın birliğini tanıma, bir durumu arz etme, iddia ve isnat manalarında kullanılmıştır.
Ayrıca tövbe, istiğfar gibi kulun Allah’a yönelişini ve isteklerini ifade eden çok sayıda ayet ve geniş anlamda dua ile alakalıdır.Konuyla ilgili ayetlerin bir kısmını da insanların Allah’a dua etmeleri emredilmiş, duanın usülü ,adap ve tesiri üzerinde durulmuştur.Bazı ayetlerde ahiretteki pişmanlık duaları geçmektedir.Bazı ayetlerde Peygamberin, diğer Salih insanların dualarından bahsedilir.Bu dualardan 21 ayette Hz.Musa’nın 17 ayette, Hz. İbrahim’in 16, ayette Hz.İsa’nın, 12 ayette Hz.Nuh’un, 9 ayette Hz.Zekeriyya’nın duaları, ayrıca Hz.Adem, Hz.Şuayb, HzYunus, HzYusuf, Hz.Eyyüb, Hz.Lüt, Hz.Süleyman, Meryem’in annesi, Firavun’un karısı, Firavun’a karşı koyan sihirbazlar, Talut’un askerleri, çaresiz kalanlar, mazlumlar, melekler gibi kişi ve toplulukların duaları beyan edilmekt

Duanın Ruhi cephesi

Safvet Senih/İbadetin getirdikleri

Tatmin edilmemiş sonsuz istek ve arzularımız şuur altına atılarak bizde umulmayan zamanlarda çeşitli buhranlara,çeşitli iç sıkıntılarına yol açar.Dua ile en gizli en mahrem duygularımızı dile getirir,içimizi boşaltır,ümidimizi kuvvetlendirir,korkularımızı hafifletiriz.

Dua ile benlik duvarlarını aşabiliriz,çünki dua engel ve uzaklıklar tanımaz,zaman mekanlar ona engel olmaz.dua ile sonsuz aczimizi yüce Allah'ın sonsuz Kudretine bağlama saadetine ereriz.duada kendi gücümüzle değil,Allah'ın sonsuz Gücüyle meydan okuruz.

Bugün korkunun ruhi olmadığını sandığımız birçok hastalıklarda ruhi tesirin büyük rolü olduğu anlaşılmıştır.bugün ruh ve beden tabebeti(psikosomatik)denen bir ilim ortaya konmuş ve bu alanda dikkate değer araştırmalar yapılmıştır.mesela Rebecca Beard'ın eserinden şu satırları okuyalım."Araştırıcılar kederin,herhangi bir heyecandan ziyade enerji sarfettiğini tesbit etmişler,şiddetli kederde beden kendine lazım olan enerjiyi sağlamak için kana bol miktarda şeker(glikoz) vermelidir,keder süresi aşırı dercede uzatılmazsa beden durumuna göre kendini ayarlar,fakat keder uzun süre içte saklanır ve beslenirse beden bildiği tek biçimde cevap vererek,bünye sarfiyatını daha fazla şeker vermekle telafi eder.heyecan karşısında bu tamamen normal bir faliyettir.işin anormal tarafı içte saklanan yani gönülde veya şuur altında tutulan kederdir ki;o takdirde vücut aylar veya yıllar boyunca kana durmadan kan şekeri yerleştirir.böylece pankreas üzücü duyguların gidişine ayak uyduramayarak yorgun düşer,hücreler vazifesini istenen şekilde yapamaz.şekerin yanmasına hizmet eden insülin yeterince kana verilmez sonuç olarak şeker hastalığı meydana gelir..bunun yanısıra tesiri fazla birtakım üzücü düşünce ve hadiselerin bizde meydana getirdiği heyecanların büsbütün körüklenmesiyle gereğinden fazla kan alan mide hücreleri proteinleri sindirmek için daha fazla asit klorhidrik salgılar.böylece fazla akan asit,midenin iç cepehesini tahriş eder,böylelikle ülser hastalığına yol açar.Sinir bozukluklarıda cabası..

Halbuki insan tesirinde kaldığı duygularını dua ve ibadetler ile yatıştırarak ve duyguları daha yüksek duygulara dönüştürerek şuur altını bundan temizler ve böylece hastalıklardan kurtulabilir,sürekli ve ısrarlı bir biçimde düşünme ve dua vasıtası ile inatçı benliğimizi yenerek bundan kurtulmayı başarabiliriz.

İbadet yapmamak ve dua etmemekten dolayı ruhları aç kalan nice insanlar vardır ki,medeniyetin bütün lüks ve konforu, ellerindeki servet ve imkanlar onları mesut edememiştir.iç huzurdan yoksun olan bu biçareler vicadanlarıyla başbaşa kalmaktan korkarlar.onların çılgınca eğlence ve kahkaları iç varlıklarında tutuşan yangını maskelese bile kendilerini için için kemirmekten asla kurtulamaz.Hatırdan hiç çıkarmamak gerekir ki ruhun da beden gibi birçok ihtiyaçları vardır.bu husuları gözden uzak tutan yanlış düşünce ve hükümler bugünün insanını buhranlara sürüklemede ve kıvrandırmakta,onu gönül huzurundan mahsun bırakmakta ve felaketine yol açmaktır.

İçimiz iman nuruyla parlamadıkça,ruh yaralarına merhem olan ilahi emirler yerine getirilmedikçe,ibadet ve dualarla içimizi aydınlatmadıkça ne içimizin kasveti kaybolur,nede dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşabiliriz.

Bugün birçok hastalıkları meydana getiren çeşitiı mikroplar keşfedilmiştir.bazen yıllarca bu mikroplarla beraber yaşarız,hastalanmayızda acaba neden günün birinde onun pençesi altında kalırız.?çünki oana kadar vücudumuzun savunma makanizması mikropları altedecek durumda idi,peki şimdi niçin bedenimizin direnci birden azaldı..?ruh ve beden tabebeti(psikomatik)bunu da ruhi sebeblere bağlamaktadır.şöyleki:çeşitli ruhi gerkinlikler,korkular,imansızlık ve ümidsizlik; vücut müdafasını üzerine alan hücrelere tesir ederek adeta onların direncini felce uğratır,böylece meydan mikroplara kalıyor.şavaşı kaybediyoruz.

Psikofizyolojik sebebleri ve Sonuçları olan Dua

Pierre Marinier
Çeviren/Doç.Dr.Sadık Kılıç



Dua derin muhtevası hiç akla getirilmeden zamanın akışı içinde iyice örselenmiş yoksullaştırılmış kuru bir kavram halindedir hayatımızda.
Yalın çağırma,isteme anlamlarının ötesinde dua ,kulluk espirisi içinde Tanrının Rablık ve İlahlık hakikatine en köklü bir sığınma hadisesidir.

Var oluşu,varlıkların Mülkünü ve Melikini kendi Kudretinde tutan Allah'a, kula yarışır bir tarzda insanca bir maruzattır.müfessir Razi'nin de sözlü olarak dile geiırdiği gibi"kulun Rabbinden ilgi talebi,yardımını istemesi,O'na daima muhtaç olduğunu dile getirmesi,O lütfetmedikçe Kudret ve Kuvvetten mahrum olduğunun bir itirafıdır."der

Dua insanın varlık karakterinin tabi bir parçasıdır.dua da kendi insani tabiatının temel yapısından kaynaklanan bir eylem,bir yöneliştir.dua insanın yemek,içmek,büyümek,üremek,çoğalmak gibi boyutlarına ilave bir dördüncü boyutudur;insanı tamamlayan boyut..dua ile insan ruh ve fıtratında meydana gelen derin ve köklü etki sebebiyle artık içiıne sığamayaçağı çevre ve kalıtım elbiselerini aşan bir olgunluğa ulaşır,metafizik realitenin bilinçine girer.

Dua ruhumuzun manevi bir aleme doğru çekilişi,gerilimidir.Dua insanlık ruhunun o büyük ruhani merkeze,evrenin sırlarla yüklü dünyasına uçuşudur.Duayı,asıl geldiğimiz yer ile bizim aramızda doğal bir bağlantı kurucu olarak idrak etmek ve onu,varlığımızın oluşumunda etkin olan herhangi bir faliyetimiz gibi kabul etmek zorundayız.bu itibarla duayı ruhun Allah'a doğru yükselişi diyebiliriz.Dua,aynı zamanda dua eden ile kendisine dua edilen varlık arasındaki ilişkinin mahiyetini de belirler.Dua eden kimse kendi sınırlı gücünün ötesindeki güç kaynağınla münasebet kurmuştur ve sarsılmaz bir güvene sahiptir.sınırlı varlık olan insan Kadir-i Mutlak-ı imdada çağırışıdır.

Hz.Muhammed(sav) duayı çok özlü biçimde tanımlamış,dua-ibadet olaylarının iç-içeliğini veciz bir biçimde ortaya koymuştur.buna göre dua genel ve kapsayıcı bir olgu olan"ibadet"alanına dahildir.Kulluğu arzediş yollarından en mahremi,en dolaysızı,Rab'la insan arasındaki en hür ve en kısa yoldur.bütün ibadetlerin özü,onları besleyip hedefine ve zirveye ulaştıran ilk,ibadetin tahakkuk ettiği en bilinçli ve kulluğun en gerilimli süreci..öyleyse duasında,kendini kul olarak teshir ve Rab olarak Allah'tan şevkle isteme bilincine ulaşılmamış ibadetler,muhtevadan,manevi dinamikten yoksun jestler toplamına dönüşeçektir.

Duanın cevabını alma konusunda ise,ferd sabırsız davranabilir.beklentilerinin birden karşılanmasını isteyebilir.kendisini"Hakim"ismiyle niteleyen Varlık ise ,kimi kez dolaysız kimi kez de kul tarafından sezilemeyen yada beşeri ilişkiler karmaşasında dikkat çekmeyecek biçimde cevabını insanın dünyasına iletir.Allah'tan başka herşeyden mutlak tahliye ,ondan sonra da nefsani,ruhani sınırsız bir hürriyet ile ona teveccüh...tüm güçle yanıp dopdolu bir istek ve arzuyla,takatin doruğuna kadar istemeli...

Duanın sonradan kazanılmış tarafını gösteren jestler,malzeme ve muhteva ,inaçtan inanca ve kültürden kültüre değişkenlik ediyorsa da muhtelif dua şekillerinin müşterek yanı doğuştan ve fıtri bir reflekse,insanın temel niteliğine ait bir ruhi potansiyele tanıklık etmeleridir.bundan ötürü "şartlı refleks"ile insana ait aslı bir karakter olan "şartsız refleks"birbirinden ayrı düşünmek lazım.zira dua olarak belirttiğimiz bu şartsız refleks öğrenim ve şartlandırılma öncesine ait olup,yapısal bir özelliktir.bu tepki türünü herkeste bulabileceğimizi ümit etmemiz,işte buradan kaynaklanıyor.deneysel olarak katileşmesede diyebiliriz ki bir inacsız,evet o bile bir dua tecrübesine sahiptir.şahsi tanrı veya ferdileştirilmiş diyer tabiat üstü güçlerin varlığına inanmaksızın bir dua eylemine kendini vermiş olması mümkündür.Ki bunun örneğini ister inaçlı ister inancsız olsun hastalık veya ölüm anındaki yakarışlardan anlayabiliriz.

İnsanın özünü ilgilendiren özelliklerinden olan ve hayatın akışında kesinlikle yer alması gereken dua hissi,akli ve içtimai baskı unsurlarıyla engellenmeye çalışılsada,zayıf anlarda daima ortaya çıkar yada bir fıtri ihtıyaç,kimi kez objesini değiştirerek,varlığını sürdürür.çok sık olarak bir sıkıntı anında,acizlik veya hastalık durumunda meydana gelmesi,yine bir tehlikeye veya bir suçluluk hissine cevap olmasına bakarak denilebilirki,bu gibi durumlarda meydana gelen şeylere karşı koymak için normal şuur yetersizdir.
Bilhassa güçsüzlerin hastaların veya yaşlıların yaptığıdır diyerek,duayı hor görmek yerine normal şuur güçlerinin aciz kaldığı durumlarda insana hayran olunacak bir güç ve kuvvet verdiği için ona hayranlık duymak gerek.

Dua kusursuz yapıldığında şuur düzeyinin yükselmesine ve idrak kapasitesinin keskinleşmesine imkan verir.incelemelerimize göre duada vücud ısısnın yükselmesi bize duanın nasıl hissi idreklerin değişmesini tahrik ettığini ve genel bir tarzda bireyin dünyayla olan ilişkisini ve dünyaya dair intibalarını değişime uğrattığını anlamamıza imkan verir.bu sebeple derin varlığın ortaya çıkışı, normal bilince hep yabancı kalan ve varoluşun aynı çekirdeğinin evrenine çok yakın olduğu gibi,yine bu varoluşun zamanın ve mekanın bozucu kategorilerinde donuklaşmış vizyonundan çok uzak olan alemlerin niteliklerini kavramaya imkan verir.bu değişiklik duanın sinir sistemi ve daha özel olarak da"sympathique"sinir sistemi üzerinde meydana getirdiği etkiye dikkat çeker.duanın çıkış noktası beyincik"cervelet"bölgesinde olduğu zannolunan,geçtiği yol ise,omurgalar vasıtasıyla dış sinir uçlarına kadar uzanabilecek olan sinirsel dalgalar meydana getirmeye elverişli olduğunu,inkar edilemez bir biçimde bizlere subjektif tecrübe olarak göstermektedir.

Tüyleri harekete geçirici,genel olarak "ürperti-chair de poule"diye isimlendirilen bu refleks,sinir dokusu tarafından tahrik edilerek kah kısmı kah genel bir büzülmesinden ibarettir.bilhassa merkezi açıdan incelenmiş ve onun ençok soğuk,korku bazı şeylerin bunaltması,vs.dış uyarılarla,duygusal ve estetik hisler tarafından meydana getirildiği belirtilmiştir.bununla birlikte merkezi uyarılar tarafından ,hariçi uyarılar hayali tasavvurlar ilede tahrik olduğu anlaşılmıştır.duanın tüyleri harekete geçiren refleksi vücudun bütün yüzeyinde görülmesi ayrıca ilginçtir.

Gelelim bir fert tarafından değilde bir grup,bir cemaat,bir topluluk tarafından sözlü ve ritmik bir duada neler olduğuna enerji yüklü bu merkezin ışınları içinden geçen herşey,onun dalgaları tarafından çarpılır.şuuru,dua eden topluluğun imanına yabancı,ama kendi kollektif ruhuna bağlı olan bir fert ansızın bu imanın uyandığını ve kendisini etkilediğini hisseder.o yüzlerce veya binlerce dille konuşur veya binlerce kolla hareket eder.kendi gerçek kimliği ve hüviyeti içinde onları aşmak için içine gömülü bulunduğu şuurlar kalabalığından sıyrılıp çıkar.o zaman engeller farklılıklar ve ayrılıklar silinip kaybolduğu yada belirsizleştiği için onun sınırsız kuvveti direnç noktalarına yayılır.
işte o zaman en katı kalbler erir,felçliler yürür,işitme engelliler işitir ve görme engelliler görür.

Gerdanlık ve Dua

Kadı Ebu Bekir isimli bir zatın, 1117 yılında Şam’da geçen şöyle bir hatırası anlatılmıştır:

“Hac esnasında Kâbe’yi tavaf ederken, inci bir gerdanlık buldum. Bir saat sonra, Harem-i Şerif’te bir adamın, bulana yirmi dinar vaad ederek o gerdanlığı aradığını duydum. Ben de o gerdanlığı ona teslim ettim. Vaad ettiği ödülü bana vermek istedi, fakat ben almadım. Adama, bunu sadece Allah rızası için yaptığımı söyledim. Bunun üzerine yüzlerimiz Kâbe’ye dönük olarak, şöyle dua etti:

- Ya Rabbi, onun ve benim günahlarımı bağışla! Bana onun iyiliğine karşılık verme imkanı ver!

Vedalaşıp ayrıldık. Bir zaman sonra Mısır’a, oradan da Mağrib’e gitmiştim. Mağrip’te büyük toprak sahiplerinden biri, arazi kiralarını toplama işini bana havale etti. Kısa bir süre sonra da bütün ihtiyaçlarımı üstlenerek beni kızıyla evlendirdi.

Ertesi gün, kızının takındığı ziynet ve mücevherler arasında bir zamanlar Mekke’de bulduğum gerdanlığı gördüm. Buna çok şaşırdım. Kafam bu işe takılmış, dalgın bir haldeydim. Yatak odasından çıkarken kayın pederim beni çağırdı ve hatırımı sordu. Yaptığı iyilikler için kendisine teşekkür ettim ama bir taraftan da gerdanlığı düşünüyordum. Dalgınlığımı görünce sebebini sordu. Dedim ki:

- Kızının gerdanlığı düşünüyorum. Yıllar önce hac sırasında Harem-i Şerif’te aynısını bulmuştum.

- Vay!.. Demek ki kaybolan gerdanlığı bana getiren sendin. Ne güzel haber! Allah bizi bağışlamıştır öyleyse. Çünkü ben, ikimizin günahlarını bağışlaması ve senin iyiliğine de karşılık verebilme fırsatı için Allah’a dua etmiştim. Şimdi malımı ve evladımı sana teslim etmiş bulunuyorum. Eminim ki ecelim de yaklaştı.

Sonra servetine beni vâris yapan vasiyetini hazırladı. Çok geçmeden de öldü. Allah rahmet eylesin.”

YAĞMUR DUASI

İstiklâl Savaşı’nın önde gelen komutanlarından Kâzım Karabekir Paşa anlatıyor:

14 Mayısta 1922’de Kağızman’dan otomobil ile yedi saatte Iğdır’a geldik. Iğdır büyük ve oldukça mamur bir kasabacık. Bağlık-bahçelik, büyük bir düzlük ortasında. Hayli zaman yağmur yağmadığından ekmek fiyatlanmış, halk ızdırap içindeydi. Bazıları yanıma geldiler:

- Paşa! Yağmursuzluktan kırılıyoruz. Seni çok işitiyoruz, dindarsın, iyisin, bize meded et, dediler.

- Düşüncelerinize teşekkür ederim. Fakat mededi Allah’tan istemeli. Ben sizin için dua ederim. Siz de kalplerinizi Allah’a bağlayın ve yalvarın. İnşaallah hayırlı bir yağmur gelir, dedim.

- Bugün de yağmur gelmezse mahvolduk, kıtlık muhakkaktır. Zaten fakir-fukara ekmeksiz kaldı, dediler.

Halk dağılmıyor, benim kendi huzurlarında dua etmemi rica ediyordu. Hayatımda müthiş tehlikelerden ve sıkıntılardan, samimiyeti ruhumla, mümkün olanı yaparak ve sonunda faniye değil, Beka’ya rapt-ı kalp ederek sıyrılmıştım. Iğdır halkını kurtaracak, elimde hiçbir vasıta yoktu. Onlar da benden dua istiyorlardı. Vaktiyle yağmur duasını öğrenmiştim. Ekseriye duadan sonra yağmur yağdığını işitirdim. Birkaç misalini de görmüştüm. Halkın samimi ısrarı üzerine de kalbimi tamamıyla Cenab-ı Allah’a bağladım ve yalvardım.

- Siz de bir kere ‘amin’ deyiniz ve gidiniz. Umarım ki Allah yardımcınız olacaktır, dedim.

Ve halkı selamlayarak ikametgâhıma çekildim, sonra halk da dağıldı. Biraz istirahatten sonra akşama doğru çarşıya yaya çıktım. Tam çarşı ortasına geldiğimiz zaman bir yağmur başladı. Her taraftan yayılan haykırmalar ve dualar, yağmur sesine latif bir nağme katıyordu.

Bu hadise bana Kars’ın zaptı anından daha fazla tesir yaptı. Kıtlıktan kurtulan halkın sevinci, Ermeni satırından kurtulanlarınkinden pek fazla oldu. Yağmur lazımı kadar yağdı. Halktan aldığım o dua, belki yedi ceddime kâfi gelecektir.

HZ. EYYUB / SABIR VE DUA

O Rabbine çağrıda bulundu;
“Bana zarar dokundu, Ey Rabbim sen en merhametli ve en şefkatlisin”
O Hz. Eyyub ki;
Çok şiddetli bir hastalığa yakalanmış ,hastalığı uzun sürmüş ve dahî çeşitli imtihanlara, musîbetlere maruz kalmıştı.. Fakat tüm musîbetler, O’nu hep sabredici bulmuş ve SABIR KAHRAMANI ünvanını almıştı.. Sonra imtihan daha da şiddetlenmiş, hastalık o kadar ilerlemişti ki; Allah’ı anan diline ve kalbine zarar vermeye başlamıştı. İşte o zaman Kendi bedenî sağlığı için değil, Allah’ı anmasına zarar gelmemesi için, O’na(CC) şu şekilde dua etmişti; “Rabbi İnnî messeniyedurru ve EnteErhamurrâhimîn” “Bana zarar dokundu, Ey Rabbim sen en merhametli ve en şefkatlisin” Bunun üzerine Allah, O’nun sabrına ve halis niyetine hürmetle şifa vermişti.. Evet Hz. Eyyub böyleydi ya biz?.. Onun maddî hastalığına ve yaralarına karşılık; Bizim manevî yaralarımızvar.. Rûhî ve kalbî hastalıklarımız var.. İçimiz dışımıza, dışımız içimize bir çevrilse; Hz. Eyyub’tan daha hastalıklı görüneceğiz.. Çünkü; İşlediğimiz her bir günah, kafamıza giren her bir şüphe Kalp ve ruhumuzda yaralar açıyor.. Hz. Eyyub’un yaraları, O’nun kısacık dünyevî hayatını tehdit ediyordu, Bizim manevî yaralarımız ise; Sonsuz olan ebedî hayatımızı tehdit ediyor.. İşte bu yüzden Eyyub aleyhisselam’ın duasına biz daha çok muhtacız.. O’nun yaralarından çıkan kurtlar, kalp ve diline zarar vermişler, Bizim işlediğimiz günahlarsa, iman mahali olan kalbimize düşen kara lekelerdir.. Evet; günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra tâ iman nurunu çıkarıncaya kadar katılaştırıyor.. Kalp karardığı, katılaştığı zaman, dil de artık Allah’ı zikretmez oluyor.. Kalp, dil, akıl hep birlikte bizi O’ndan uzaklaştırmaya, O’nu unutturmaya çalışıyorlar.. İşte bu tehlikeye karşı en güzel ilaç;
TEVBEDİR Bil ki; HER BİR GÜNAH İÇİNDE KÜFRE GİDECEK BİR YOL VAR..
O günah, istiğfar ile çabucak yok edilmezse, Kurt değil, belki küçük bir manevî yılan olur, kalbi ısırır.. Mesela; Utandıracak bir günahı,gizlice işleyen bir insan, başkasının bunu bilmesinden çok utandığı zaman; melâikelerin ve ruhânilerin varlığı ona çok ağır gelir.. Küçük bir delil görse sarılıp onları inkâra etmeyi arzu eder.. Mesela; Kendisini cehenneme götürecek büyük bir günahı işleyen bir adam, Hemen tevbe edip, ona karşı siper almazsa, cehennemin tehditlerini işittikçe, bütün ruhuyla cehennemin olmamasını arzu eder.. Ve bu konudaki küçücük bir şüphe, cehennemi inkar etmek için onu cesaretlendirir.. Hem mesela; Namaz kılmayan bir adam, işindeki ufak bir ihmalinde, âmirinden aldığı ikazdan dolayı çok üzülür ve düşünür ki; bu Kâinâtın Sultanı ona o kadar nimetler vermiştir, fakat o, O’nun hiçbir emrini yerine getirmemektedir.. Yaptığı tenbellikten ötürü büyük bir sıkıntı duyar ve kararmış kalbiyle düşünür; “Keşke bu namaz ve diğer emirler olmasaydı.” Ve bu arzudan,- Allah korusun- O’nu inkar cür’eti ve O’na karşı düşmanlık duygusu uyanır.. En ufak bir delil bulduğunda ona yapışır ve büyük bir HELÂKET kapısı ona açılır.. işte o bedbaht bilmiyor ki; sineğin ısırmasından kaçıp, yılanın ısırmasını kabul etmiştir.. EVET HER BİR GÜNAH İÇİNDE KÜFRE GİDECEK BİR YOL VAR.. İnsanız.. Ateşler içinde yaşıyoruz.. Günahlar dört yanımızı çevirmiş, Biz O’nun duasına, O Hazretten daha çok muhtacız.. Günde en azından yüz kez söylesek yeridir;
“Rabbi İnnî messeniyedurru ve EnteErhamurrâhimîn” “Bana zarar dokundu, Ey Rabbim sen en merhametli ve en şefkatlisin”

KURAN''DA PEYGAMBER DUALARI

Kuran''da bahsi geçen Peygamberlerin her biri, belli özellikleri ile dikkati çeken kavimlere gönderilmişlerdir. Bu kavimler, daha önce kendilerine gelen elçileri yalanlamış, azgınlaşmış ve aşırılığa gitgide daha fazla yönelmiş topluluklardı. Peygamberlerin görevi ise dini tanımayan veya tanıdığı halde inkara yönelen bu topluluklara hak dini tanıtmak, onları Allah''a çağırmak ve ahirete yöneltmekti.
Bu ise son derece zor bir işti. Tek başına bir insan, insanların çoğunun kendisine karşı çıkıp tepki göstereceğini bile bile, o ana kadar hiç duyulmamış veya duyulduğu halde kabul edilmemiş hak dini insanlara tanıtmak üzere görevlendiriliyordu. Üstelik bu görev, sahip olduklarını ve hatta hayatını tehlikeye sokuyordu. İnsanlar, sırf Allah''a çağırdığı için kendisinden nefret edebilir, hatta kendisini öldürmeye yeltenebilirlerdi. Kendisine eziyet edebilir, inanmış gibi görünüp hainlik yapabilirlerdi. Peygamberin çevresindeki hiç kimse, hatta ailesi bile kendisine inanmayabilirdi. Sorumluluğu ise Allah''a karşıydı. Bu, mutlaka yerine getirilmesi gereken, kapsamı ve önemi oldukça büyük olan bir sorumluluktu. İnsanların dini öğrenip öğrenmemeleri ve öğrendikleri ile cenneti hak edip etmemeleri Peygamberin üzerindeki bir yükümlülük değildi. Onun tek vazifesi dini tebliğ etmekti.

Bu, dünya üzerinde tanıyıp bildiğimiz hiçbir şeye benzemez. Tek başına bir insanın büyük bir topluluğa karşı bu göreve başlaması, oldukça zorlu bir iştir.

Ancak elbette durum, dışarıdan bakanlar için böyledir. Aslında, herşeyin üzerinde hakim olan Allah''ın gücüdür. Böyle bir durumda da inkarcıların sayısı ya da gücü önemli bir faktör olmaz. Peygamberlerin herbiri bu gerçeği çok iyi bilerek hareket etmişler, üzerlerindeki bu sorumluluğu Allah''a olan güvenleri ile tam anlamıyla yerine getirmişlerdir. Allah Peygamberlerin bu üstün özelliklerini ayetlerinde övmektedir. Kuran''da bildirildiği gibi Allah''ın yardımı her zaman inananlardan yanadır ve Allah Peygamberlerini insanların zulümlerinden korumaktadır. Kuran''da, Peygamberimiz Hz. Muhammed''in hicret sırasında yaşadığı bir tehlikeden söz edilirken bu gerçek şöyle açıklanmıştır:

Siz O''na (Peygambere) yardım etmezseniz, Allah O''na yardım etmiştir. Hani kafirler ikiden biri olarak O''nu (Mekke''den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: "Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir." Böylece Allah O''na ''huzur ve güvenlik duygusunu'' indirmişti, O''nu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkar edenlerin de kelimesini (inkar çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa Allah''ın kelimesi, yüce olandır. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 40)

Peygamberler, Allah''a karşı her şartta korudukları içli yakınlıkları ile örnek gösterilmişlerdir:
Andolsun sizin için, Allah''ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah''ı çokca zikredenler için Allah''ın Resulünde güzel örnekler vardır. (Ahzab Suresi, 21)

İstekleri katıksızca Allah''tandır. Kendilerine Peygamberlik görevinin verilmesinden itibaren tek çabaları verilen bu görevi yerine getirmek ve kavimlerini Allah''a çağırmak olmuştur. İstekleri de elbetteki amaçları ile doğru orantılı olmuştur. İçli, katıksız, yakın ve samimi duanın örneklerini işte bu nedenle Peygamberlerde oldukça net bir biçimde görebiliriz.

Bu nedenle kitabın bundan sonraki kısmında Kuran''da öğretilen Peygamber dualarını inceleyeceğiz.

Hz. Nuh''un Duaları
Kuran''da, yıllar boyunca, örnek bir kararlılıkla kavmini tevhid dinine çağıran Hz. Nuh''un sabrından övgü ile bahsedilir. Hz. Nuh kendisine ve yanındaki müminlere düşmanlık gösteren kavmine karşı kararlılıkla mücadele etmiştir. Hz. Nuh''un içinde bulunduğu her türlü durumda Allah''a yönelmesi, O''nun yardımını umarak samimiyetle dua etmesi ise müminler için büyük bir örnektir. Hz. Nuh içinde bulunduğu durumu Allah''a aktarmış ve şöyle dua etmiştir:
Sonunda Rabbine dua etti: "Gerçekten ben, yenik düşmüş durumdayım. Artık Sen (bu kafir toplumdan) intikam al." (Kamer Suresi, 10)

Başka bir surede Hz. Nuh''un Allah''a duası şu şekilde aktarılmaktadır:
Nuh: "Rabbim, yeryüzünde kafirlerden yurt edinen hiç kimseyi bırakma." dedi. "Çünkü Sen onları bırakacak olursan, Senin kullarını şaşırtıp-saptırırlar ve onlar, kötülükten sınırı aşan (facir''den) kafirden başkasını doğurmazlar. Rabbim, beni, annemi, babamı, mü''min olarak evime gireni, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla. Zalimlere yıkımdan başkasını arttırma." (Nuh Suresi, 26-28)

Allah, Hz. Nuh''un bu duasını kabul etmiş ve ileride kopacak olan Tufan''a hazırlık yapmasını emretmiştir. Hz. Nuh yakında herhangi bir deniz veya göl olmamasına rağmen Allah''ın emri üzerine büyük bir gemi yapmaya başlamıştır. Geminin yapımı sırasında kavmi ise kendisi ile alay etmeye devam etmiştir:
Gemiyi yapıyordu. Kavminin ileri gelenleri kendisine her uğradığında O''nunla alay ediyordu. O: "Eğer bizimle alay ederseniz, alay ettiğiniz gibi biz de sizlerle alay edeceğiz" dedi. (Hud Suresi, 38)

Ancak Hz. Nuh kavminin tüm baskısına rağmen, Allah''ın emri gereği gemiyi hazırlamaktadır. Ve sonunda Allah''ın vaadi gelir ve tufan patlak verir:
Biz de ''bardaktan boşanırcasına akan'' bir su ile göğün kapılarını açtık. Yeri de ''coşkun kaynaklar'' halinde fışkırttık. Derken su, takdir edilmiş bir işe karşı (hükmümüzü gerçekleştirmek üzere) birleşti. Ve onu da tahtalar ve çiviler(le inşa edilmiş gemi) üzerinde taşıdık. (Kamer Suresi, 11-13)

Tufan sırasında boğulanlardan birisi de Hz. Nuh''un oğludur. Hz. Nuh tufandan önce oğlunu gemiye çağırır ancak oğlu babasının bu çağrısını kabul etmez. (Hud Suresi, 43) Kuran''da Hz. Nuh''un, oğlunun ölümü üzerine Allah''a şu şekilde seslendiği anlatılmaktadır:
Nuh Rabbine seslendi: Dedi ki: "Rabbim, şüphesiz benim oğlum ailemdendir ve senin Va''din de doğrusu haktır. Sen hakimler hakimisin." Dedi ki: "Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iştir. Öyleyse hakkında bilgin olmayan şeyi benden isteme. Gerçekten ben, cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum." (Hud Suresi, 45-46)

Hz. Nuh kavminin helak edilmesi için dua ederken "mümin olarak evine girenlerin" korunmasını istemiştir. Oysa Nuh''un oğlu iman etmemiştir. Hz. Nuh hatasından dolayı pişmanlık duymuştur, bu nedenle Rabbine kendisini affetmesi için dua eder:
Dedi ki: "Rabbim, bilgim olmayan şeyi Senden istemekten Sana sığınırım. Ve eğer beni bağışlamaz ve beni esirgemezsen, hüsrana uğrayanlardan olurum." (Hud Suresi, 47)

Hz. İbrahim''in Duaları
Günümüzde milyonlarca insanın hac görevini yerine getirmek için ziyaret ettiği Kabe''yi inşa eden Hz. İbrahim, Kuran''da, "tek başına bir ümmet" olarak tanıtılmaktadır. O ve oğlu Hz. İsmail, bundan binlerce yıl önce, Allah''ın vahyi doğrultusunda insanların toplanacakları ve O''nu zikredecekleri, yılın belirli zamanlarında oraya hacca gelecekleri bir ev inşa etmişlerdir. Bu evin Kuran''daki adı Kabe''dir. İkisi bunu bir ibadet olarak yapmış, ve sonrasında şöyle dua etmişlerdir:
İbrahim, İsmail''le birlikte Evin (Ka''be''nin) sütunlarını yükselttiğinde (ikisi şöyle dua etmişti): "Rabbimiz bizden (bunu) kabul et. Şüphesiz, Sen işiten ve bilensin". (Bakara Suresi, 127)

Kabe''nin inşa edildiği yer zamanla gelişecek ve bugün Mekke olarak isimlendirdiğimiz şehir halini alacaktır. Hz. İbrahim burası için Allah''a şöyle dua etmiştir:
Hani İbrahim: "Rabbim, bu şehri bir güvenlik yeri kıl ve halkından Allah''a ve ahiret gününe inananları ürünlerle rızıklandır" demişti de (Allah: "Sadece inananları değil) inkâr edeni de az bir süre yararlandırır, sonra onu ateşin azabına uğratırım; ne kötü bir dönüştür o"demişti. (Bakara Suresi, 126)

Hz. İbrahim ve oğlu İsmail dualarında sadece kendi yaşadıkları dönem için değil, kendilerinden sonra gelecek olan kuşaklar için de bazı isteklerde bulunmuşlardır:
Rabbimiz, ikimizi sana teslim olmuş (Müslümanlar) kıl ve soyumuzdan sana teslim olmuş (Müslüman) bir ümmet (ver). Bize ibadet yöntemlerini (yer veya ilkelerini) göster ve tevbemizi kabul et. Şüphesiz, Sen tevbeleri kabul eden ve esirgeyensin. Rabbimiz, içlerinden onlara bir elçi gönder, onlara ayetlerini okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları arındırsın. Şüphesiz, Sen güçlü ve üstün olansın, hüküm ve hikmet sahibisin. (Bakara Suresi, 128-129)

Hz. İbrahim''in bir başka duasında, Allah''a yakınlaşma yolları aradığını görüyoruz:
Hani İbrahim: "Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster" demişti. (Allah ona:) "İnanmıyor musun?" deyince, "Hayır (inandım), ancak kalbimin tatmin olması için" dedi. "Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır, sonra onları (parçalayıp) her bir parçasını bir dağın üzerine bırak, sonra da onları çağır. Sana koşarak gelirler. Bil ki, şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir." (Bakara Suresi, 260)

Ayetten de açıkça anlaşıldığı gibi İbrahim''in Allah''tan ölüleri nasıl dirilttiğini göstermesini istemesi, inancındaki bir zayıflıktan dolayı değildi. Aksine iman etmişti, ama iman ettiği gerçeği tam anlamıyla kavramak istiyordu. O, son derece samimi ve içten bir biçimde Allah''ın bir mucizesine tanık olmayı istemiş, Allah bu samimi duaya icabet etmişti.
Hz. İbrahim''in babası bir putperestti. O, babasına dini tebliğ etmiş ancak babası iman etmeyi kabul etmemişti. İbrahim ise babası için Allah''tan bağışlanma dilemişti:

(İbrahim:) "Selam üzerine olsun, senin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim, çünkü, O, bana pek lütufkardır" dedi. Sizden ve Allah''tan başka taptıklarınızdan kopup-ayrılıyorum ve Rabbime dua ediyorum. Umulur ki, Rabbime dua etmekle mutsuz olmayacağım." (Meryem Suresi, 47-48)

Hz. İbrahim''in, babası bir mümin olmadığı halde onun için Allah''a dua etmesinin gerçek nedenini Kuran ayetlerinden öğreniyoruz:
Kendilerine onların gerçekten çılgın ateşin arkadaşları oldukları açıklandıktan sonra -yakınları dahi olsa- müşrikler için bağışlanma dilemeleri Peygambere ve iman edenlere yaraşmaz. İbrahim''in babası için bağışlanma dilemesi, yalnızca ona verdiği bir söz dolayısıyla idi. Kendisine, onun gerçekten Allah''a düşman olduğu açıklanınca ondan uzaklaştı. Doğrusu İbrahim, çok duygulu, yumuşak huyluydu. (Tevbe Suresi, 113-114)

Bugün milyonlarca insanın ziyaret ettiği Mescid-i Haram''a yani Kabe''ye ilk yerleşen Hz. İbrahim, duasının devamında oğulları İsmail, İshak ve tüm müminler için şu isteklerde bulunmuştu:
Rabbimiz, gerçekten ben, çocuklarımdan bir kısmını Beyt-i Haram yanında ekini olmayan bir vadiye yerleştirdim; Rabbimiz, dosdoğru namazı kılsınlar diye (öyle yaptım), böylelikle Sen, insanların bir kısmının kalblerini onlara ilgi duyar kıl ve onları birtakım ürünlerden rızıklandır. Umulur ki şükrederler. Rabbimiz, şüphesiz Sen, bizim saklı tuttuklarımızı da, açığa vurduklarımızı da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah''a gizli kalmaz. Hamd, Allah''a aittir ki, O, bana ihtiyarlığa rağmen İsmail''i ve İshak''ı armağan etti. Şüphesiz Rabbim, gerçekten duayı işitendir. Rabbim, beni namazı(nda) sürekli kıl, soyumdan olanları da. Rabbimiz, duamı kabul buyur. Rabbimiz, hesabın yapılacağı gün, beni, anne-babamı ve mü''minleri bağışla. (İbrahim Suresi, 37-41)

Görüldüğü gibi Hz. İbrahim duasında hem Allah''ın sıfatlarını saymakta, hem de O''na şükretmektedir. O''ndan istediği şeyler de, kendisini O''na yakınlaştıracak, ahirette bağışlanmasına vesile olacak isteklerdir.

Hz. Lut''un Duaları
Kuran''da "hüküm ve ilim" verilen Peygamber olarak bahsedilen Hz. Lut, Nuh Peygamber gibi kavmine uzun yıllar boyunca hak dini tebliğ etmiştir. Ancak Allah''ın sınırlarını çiğneyerek eşcinsel ilişkilerde bulunan kavminin Hz. Lut''a cevabı hep olumsuz olmuştur:
Hani Lut da kavmine şöyle demişti: "Sizden önce alemlerden hiç kimsenin yapmadığı hayasız-çirkinliği mi yapıyorsunuz? Gerçekten siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz, ölçüyü aşan (azgın) bir kavimsiniz. Kavminin cevabı: "Yurdunuzdan sürüp çıkarın bunları, çünkü bunlar çokça temizlenen insanlarmış!" demekten başka olmadı. (A''raf Suresi, 80-82)

Lut Kavmi, Allah''ın elçisini tanımamakla kalmayıp, ona karşı açıkça meydan okumuştu. Hz. Lut ise kavmini uzun bir zaman tevhid dinine çağırdı, herhangi bir olumlu cevap alamayınca Allah''a şöyle dua etti:
Dedi ki: "Rabbim, fesat çıkaran (bu) kavme karşı bana yardım et." (Ankebut Suresi, 30)

Hz. Lut''un duası Allah tarafından kabul edildi ve Allah''ın elçisine başkaldıran Lut Kavmi helak oldu:
Şüphesiz biz, fasıklık yapmalarından dolayı, bu ülke halkının üstüne gökten iğrenç bir azab indireceğiz. Andolsun, biz akledebilecek bir kavim için orada apaçık bir ayet bırakmışızdır. (Ankebut Suresi, 34-35)

Bu örnekte gördüğümüz gibi dua, sadece insanların iyiliği, dünya ve ahiret saadeti için olmayabilir. Allah''ın sınırlarını çiğneyen, müminlere zulmeden toplulukların helakı için birçok Peygamber dua etmiştir. Hz. Lut''un duası da buna bir örnektir.

Hz. Eyüp''ün Duaları
Kuran''da dört yerde Hz. Eyüp''den bahsedilir ve onun sabrı müminlere örnek olarak gösterilir. Allah''tan vahiy alan seçilmiş bir kul olan Hz. Eyüp (Nisa Suresi, 163), ciddi bir hastalığa yakalanarak sıkıntı çekmiştir. Ancak içinde bulunduğu her türlü ağır şartta daima sabrı ve Allah''a olan güveni ile öne çıkmıştır. Allah onun bu vasfını tüm müminlere örnek olarak gösterir:
...Gerçekten, Biz onu sabredici bulduk. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah''a) yönelip-dönen biriydi. (Sa''d Suresi, 44)

Hz. Eyüp yakalandığı hastalığın yanısıra bir de şeytanın olumsuz telkini ile karşı karşıya kalmıştı. Ancak Hz. Eyüb bu sıkıntısını samimi olarak Allah''a açmış ve O''ndan yardım dileyerek dua etmiştir:
Kulumuz Eyyub''u da hatırla. Hani o: "Herhalde şeytan, bana kahredici bir acı ve azab dokundurdu" diye Rabbine seslenmişti. (Sa''d Suresi, 41)

Bir başka ayette, Hz. Eyüp''ün içli duasından şöyle söz edilir:
Eyüp de; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: "Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın." (Enbiya Suresi, 83)

Allah elbette bu salih kulunun duasına icabet etmiştir. Allah''ın Hz. Eyüb''e verdiği cevap ayetlerde şöyle aktarılır:
Böylece onun duasına icabet ettik. Kendisinden o derdi giderdik; ona katımızdan bir rahmet ve ibadet edenler için bir zikir olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir katını daha verdik. (Enbiya Suresi, 84)

Allah insanları çok farklı şekillerde imtihan etmektedir. Allah''ın salih kullarından biri olan Hz. Eyüp de şiddetli bir hastalıkla denenmiştir. Benzer sıkıntılar, yine dünyadaki imtihan ortamı içinde başka müminlerin başına da gelebilir. Dolayısıyla bu tür bir durumda kalan bir mümin, Hz. Eyüp örneğinde olduğu gibi, imtihanın şekli ve süresi ne olursa olsun Allah''ın insana taşıyamayacağı yükü yüklemeyeceğinin bilincinde olmalıdır.

Hz. Yusuf''un Duaları
Hz. Yusuf kıssası, dua konusunda müminler için güzel örneklerle doludur. Hz. Yusuf, karşılaştığı her türlü sıkıntıya karşı tevekküllü ve teslimiyetli davranmasıyla, Allah''a olan sadakatiyle, sağlam bir imanın tüm alametlerini göstermiştir.

Hz. Yusuf''a ve babası Hz. Yakup''a isabet eden sıkıntılar, küçük yaştaki Yusuf''un kıskanç kardeşleri tarafından kuyuya atılıp bir kurt tarafından yenmiş gibi gösterilmesiyle başlar. Ancak Hz. Yakup, çok sevdiği oğlunun başına gelen bu olay karşısında Allah''a olan teslimiyetini korur:

Ve üzerine yalandan kan (sürülmüş) olan gömleğini getirdiler. "Hayır" dedi. Nefsiniz, sizi yanıltıp (böyle) bir işe sürüklemiş. Bundan sonra (bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin bu düzüp-uydurduklarınıza karşı yardım istenecek olan Allah''tır." (Yusuf Suresi, 18)

Ayetten de anlaşılacağı gibi oğlunun kanlı gömleği ile karşılaşan Hz. Yakup, gerçek bir mümin tavrı göstererek yapacağı en doğru davranışın "sabır, tevekkül ve dua" olacağını söyler. Nitekim kuyuya atılarak ölüme terkedilen Hz. Yusuf, bir mucize eseri yoldan geçen bir kervan tarafından bulunur. Onu bulan kafile, onu para karşılığında satmaya karar verir ve yanlarına alır.

Bunun ardından köle olarak önde gelen bir Mısırlı''ya satılan Hz. Yusuf''a, ergenlik çağına geldiğinde Allah tarafından "ilim ve hikmet" verilir. (Yusuf Suresi, 22)

O''nu satın alan Mısırlı''nın karısı, ayette bildirildiğine göre ondan murad almak ister. Bunu kabul etmeyen Hz. Yusuf''u hapse attırmakla tehdit eder. Bunun üzerine Hz. Yusuf şöyle dua eder:

(Yusuf) Dedi ki:"Rabbim, zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden bana daha sevimlidir. Kurdukları düzeni benden uzaklaştırmazsan, onlara (korkarım) eğilim gösterir, (böylece) cahillerden olurum. (Yusuf Suresi, 33)

Ayette görüldüğü gibi Hz. Yusuf, duasında içinde bulunduğu durumu samimi olarak itiraf etmiştir. Bunun ardından hapse atılan Hz. Yusuf, zindanda yanındakilere tebliğe başlar:

"Ey zindan arkadaşlarım, birbirinden ayrı (bir sürü) Rabler mi daha hayırlıdır, yoksa kahhar (kahredici) olan bir tek Allah mı? Sizin Allah''tan başka taptıklarınız, Allah''ın kendileri hakkında hiçbir delil indirmediği, sizin ve atalarınızın ad olarak adlandırdıklarınızdan başkası değildir. Hüküm, yalnızca Allah''ındır. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler." (Yusuf Suresi, 39-40)
Yıllar boyu orada kaldıktan sonra, Mısırlı''nın karısının da Hz. Yusuf''un masum olduğunu söylemesi üzerine Hz. Yusuf zindandan çıkarılır. (Yusuf Suresi, 51-54)


Tüm bu sıkıntıların ardından Hz. Yusuf''un duası kabul edilir ve kuyuya atılma ile başlayan olaylar, ülkenin iktidarında söz sahibi olmasıyla devam eder:

İşte böylece biz yeryüzünde Yusuf''a güç ve imkan (iktidar) verdik. Öyle ki, orada (Mısır''da) dilediği yerde konakladı...(Yusuf Suresi, 56)

Böylece iktidar sahibi olan Hz. Yusuf, kendisini zindandan çıkararak hazinenin başına geçiren Allah''a şükreder ve dünyada Müslüman olarak ölmek ve ahirette de salihlerle birlikte olmak için dua eder:

Rabbim, Sen bana mülkten (bir pay ve onu yönetme imkanını) verdin, sözlerin yorumundan (bir bilgi) öğrettin. Göklerin ve yerin yaratıcısı, dünyada ve ahirette benim velim Sensin. Müslüman olarak benim hayatıma son ver ve beni salihlerin arasına kat. (Yusuf Suresi, 101)

Hz. Şuayb''ın Duaları
Medyen ve Eyke halkına Peygamber olarak gönderilen Hz. Şuayb, Allah''ın sınırlarını çiğneyen kavmini imana davet etmişti. (A''raf Suresi, 85)

Medyen halkının Hz. Şuayb''a cevabı Nuh ve Lut kavimlerinin cevaplarından farklı olmadı. Hz. Şuayb''ın söylediklerini kabul etmeyen kavim, onu ve diğer müminleri yaşadıkları topraklardan sürgün etmekle tehdit etti:

Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler) dediler ki: "Ey Şuayb, seni ve seninle birlikte iman edenleri ya ülkemizden sürüp-çıkaracağız veya mutlaka bizim dinimize geri döneceksiniz..." (A''raf Suresi, 88)

Hz. Şuayb ise, Medyen halkının duyarsızlığı ve tehditkar tavrı üzerine Allah''a tevekkül ederek O''na dua etti:

Allah bizi ondan kurtardıktan sonra, bizim tekrar sizin dininize dönmemiz Allah''a karşı yalan yere iftira düzmemiz olur. Rabbimiz olan Allah''ın dilemesi dışında, ona geri dönmemiz bizim için olacak iş değildir. Rabbimiz, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. Biz Allah''a tevekkül ettik. ''Rabbimiz, bizimle kavmimiz arasında ''Sen hak ile hüküm ver,'' Sen ''hüküm verenlerin'' en hayırlısısın. (A''raf Suresi, 89)

Sonunda Lut ve Nuh kavminin başına gelenler Medyen halkının da başına geldi. Hz. Şuayb''ın duası üzerine Allah hükmünü verdi ve Allah''ın elçisini tanımayan kavim helak edildi:

Bunun üzerine onları dayanılmaz bir sarsıntı tuttu da, kendi yurtlarında diz üstü çökmüş olarak sabahladılar. Şuayb''ı yalanlayanlar, sanki orda ''hiç refah içinde yaşamamışlar'' gibi oldular: Şuayb''ı yalanlayanlar, asıl büyük hüsrana uğradılar. (A''raf Suresi, 91-92)

Hz. Süleyman''ın Duaları
Hz. Süleyman''ın önemli özelliklerinden biri, büyük bir güç ve iktidara sahip olmasıydı. Ona birçok üstün yetenekler de verilmişti. Hz. Süleyman''a verilen bu üstün yetenekler arasında cinleri yönetmek, hatta hayvanlarla konuşmak da bulunuyordu. Süleyman''ın hayvanların konuşmalarından anlaması Kuran ayetlerinde şöyle aktarılır:

Süleyman, Davud''a mirasçı oldu ve dedi ki: "Ey insanlar, bize kuşların konuşma-dili öğretildi ve bize herşeyden (bol bir nimet) verildi. Gerçekten bu, apaçık bir üstünlüktür."(Neml Suresi, 16)

Kendisine verilen üstünlüklerden dolayı Allah''a şükreden Hz. Süleyman''ın duası ise şöyledir:

..."Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın salih bir amelde bulunmamı ilham et ve beni rahmetinle salih kulların arasına kat." (Neml Suresi, 19)

Allah Hz. Süleyman''a bazı özel yeteneklerin dışında büyük maddi imkanlar da sunmuştu. Hz. Süleyman da bu zenginliklere karşı O''na hep şükretmiş ve şöyle dua etmişti:

Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz Sen, karşılıksız armağan edensin. (Sad Suresi, 35)

Daha önceki bölümlerde dua konularının sadece şahsi ve dünyevi istekler olmaması gerektiği üzerinde durmuştuk. Hz. Süleyman''ın "hiç kimseye nasip olmayan bir mülk" istemesi de dünyevi bir istek değil, aslında ahirete yönelik bir istektir. Nitekim onun "...gerçekten ben mal sevgisini Allah''ı zikretmekten dolayı tercih ettim..." (Sad Suresi, 32) dediği ayetlerde bildirilmektedir.

Eğer bir insan elinde bulunan maddi imkanları Allah rızası için kullanıyor ve bu imkanlar onu Allah''a yakınlaştırıyor, Allah''ı anmasına vesile oluyorsa, onun dünya nimetlerini istemesi konusunda sıkıntı duymasına gerek yoktur. Çünkü artık bu nimetler onu şeytana yakınlaştıracak birer tuzak niteliğinden uzaklaşmış, ahirete yakınlaştıracak birer vesile haline gelmiştir.

Hz. Zekeriya''nın Duaları
Kuran''ın üç ayrı suresinde Hz. Zekeriya''nın dualarından bahsedilir. Yaşı ilerlemiş olan Hz. Zekeriya, kendi ardından kavmi içinde imanı ayakta tutması için Allah''tan bir varis istemiştir. Kendisi çocuk sahibi olmak için oldukça yaşlı, karısı ise kısır olduğu için varisi yoktur ve Allah''a duada bulunmuştur:

Hani o, Rabbine gizlice seslendiği zaman; Demişti ki: "Rabbim, şüphesiz benim kemiklerim gevşedi ve baş, yaşlılık aleviyle tutuştu; ben sana dua etmekle mutsuz olmadım. Doğrusu ben, arkamdan gelecek yakınlarım adına korkuya kapıldım, benim karım da bir kısır (kadın)dır. Artık bana kendi katından bir yardımcı armağan et. Bana mirasçı olsun. Yakup oğullarına da mirasçı olsun. Rabbim, onu razı olunan kıl." (Meryem Suresi, 3-6)
Orada Zekeriya Rabbine dua etti: "Rabbim, bana katından tertemiz bir soy armağan et. Doğrusu Sen, duaları işitensin" dedi. (Al-i İmran Suresi, 38)

Zekeriya da; hani Rabbine çağrıda bulunmuştu: "Rabbim, beni yalnız başıma bırakma, sen mirasçıların en hayırlısısın." (Enbiya Suresi, 89)


Ayette Hz. Zekeriya''nın Allah''a gizlice seslendiği bildirilmektedir. Bu, samimiyetin en büyük göstergelerinden biridir. Nitekim Allah, Kendisine bu tür bir samimiyet içinde çağrıda bulunan Hz. Zekeriya''nın duasını kabul etmiştir:

Onun duasına icabet ettik, kendisine Yahya''yı armağan ettik, eşini de doğurmaya elverişli kıldık. Gerçekten onlar hayırlarda yarışırlardı, umarak ve korkarak bize dua ederlerdi. Bize derin saygı gösterirlerdi. (Enbiya Suresi, 90)
(Allah buyurdu:) "Ey Zekeriya, şüphesiz biz seni, adı Yahya olan bir çocukla müjdelemekteyiz; biz bundan önce ona hiçbir adaş kılmamışız." (Meryem Suresi, 7)

O mihrapta namaz kılarken, melekler ona seslendi: "Allah, sana Yahya''yı müjdeler. O, Allah''tan olan bir kelimeyi (İsa''yı) doğrulayan, efendi, iffetli ve salihlerden bir Peygamberdir." (Al-i İmran Suresi, 39)


Ayetlerin devamında bildirildiğine göre, Hz. Zekeriya Allah''ın duasına karşılık ileri yaşına rağmen kendisine bir erkek evlat bağışlamasına şaşırır. Kendisine müjdeyi ileten melek ise O''na Allah''ın kudretini hatırlatır:

Dedi ki: "Rabbim, karım kısır (bir kadın) iken, benim nasıl oğlum olabilir? Ben de yaşlılığın son basamağındayım." (Ona gelen melek:) "İşte böyle" dedi. "Rabbin dedi ki: - Bu benim için kolaydır, daha önce sen hiçbir şey değil iken, seni yaratmıştım." (Meryem Suresi, 8-9)

Önceki bölümlerde Allah''ın samimi kullarının dualarına onlar için en hayırlı olacak şekilde icabet ettiğini belirtmiştik. Ve Allah''ın içten çağrıda bulunan inananların tek dostu ve yardımcısı olduğunu da bildirmiştik. Allah, çocuk sahibi olması imkansız gibi görünen Hz. Zekeriya''ya da, samimi duasına icabet ederek salih bir oğul armağan etmiştir.

Hz. Yunus''un Duaları
Kuran''da, Hz. Yunus''tan şöyle söz edilir:
Şüphesiz Yunus da gönderilmiş (elçi)lerdendi.

Hani o, dolu bir gemiye kaçmıştı. Böylece kur''aya katılmıştı da, kaybedenlerden olmuştu. Derken onu balık yutmuştu, oysa o kınanmıştı. (Saffat Suresi, 139-142)


Hz. Yunus Peygamber olarak gönderildiği kavmini terketmişti. Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi, binmiş olduğu gemide yolcular arasında kura çekilmiş ve kura sonucunda onun denize atılmasına karar verilmişti. Yine Kuran''da bildirildiğine göre, Allah''ın üzerine yüklediği sorumluluğa sabretmeyerek kavmini terk eden ve daha sonra denize atılan Hz. Yunus, dev bir balık tarafından yutulmuştur. Balığın karnında iken yaptığı hatadan dolayı pişmanlık duyan Hz. Yunus, Rabbine şöyle dua etmiştir:

Senden başka ilah yoktur, sen yücesin, gerçekten ben zulmedenlerden oldum. (Enbiya Suresi, 87)

Allah ise Hz. Yunus''un samimi duasına karşılık onu mucizevi bir biçimde kurtarmıştır:

Bunun üzerine duasına icabet ettik ve onu üzüntüden kurtardık. İşte biz, iman edenleri böyle kurtarırız. (Enbiya Suresi, 88)

Hz. Yunus, daha sonra da Allah tarafından itaatli bir kavmin başına geçirilmiştir:

"Onu yüzbin veya (sayısı) daha da artan (bir topluluk)a (Peygamber olarak) gönderdik. Sonunda ona iman ettiler, biz de onları bir süreye kadar yararlandırdık." (Saffat Suresi, 147-148)

Daha önceki bölümlerde Allah''ın bir duayı kabul ederken bunu belli sebeplere bağladığını, ancak dilerse sebepsiz de istenilen şeyi gerçekleştirebileceğini ve bunun göklerin ve yerin Rabbi olan Allah için son derece kolay olduğunu söylemiştik. Allah Hz. Yunus''un duasını kabul ederken de her türlü zor görünen şartı ortadan kaldırmış ve Hz. Yunus''u balığın karnından kurtarmıştır. Bu, insanın hiçbir zaman Allah''ın rahmetinden umut kesmemesi ve hep O''na dua etmesi gerektiğinin çarpıcı delillerinden biridir. İnsan Rabbine içten yöneldiği müddetçe, kesin bir karşılık görecektir.

Hz. İsa''nın Duaları

Kuran''da, Hz. İsa''dan söz edilirken şöyle denir:

"..Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih''tir. O, dünyada ve ahirette ''seçkin, onurlu, saygındır'' ve (Allah''a) yakın kılınanlardandır.." (Al-i İmran Suresi, 45)
Kuran''da havarilerinin (yani yakın ö ğrencilerinin) Hz. İsa''dan Allah''a dua etmesini ve gökten bir sofra talep etmesini istedikleri anlatılır. "Sofra" anlamına gelen Maide Suresi''nde anlatılan bu olay şöyledir:

Havariler: "Ey Meryem oğlu İsa, Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?" demişlerdi. O da: "Eğer inanmışlarsanız Allah''tan korkup-sakının" demişti. (Bu sefer Havariler:) "Ondan yemek istiyoruz, kalplerimiz tatmin olsun, senin de gerçekten bize doğru söylediğini bilelim ve buna şahidlerden olalım" demişlerdi. (Maide Suresi, 112-113)


Havarilerin bu isteklerinin altında olağanüstü bir olay görmek isteği yatıyordu. Hz. İsa, bu mucize isteğinin yersiz olduğunu belirtmesine rağmen, havariler gökten sofra inerse kalplerinin daha da tatmin olacağını söyleyerek ısrar ettiler. Hz. İsa ise, havarilerin bu istekleri üzerine Allah''a dua ederken, Kuran''daki birçok dua örneğinde olduğu gibi Allah''ı sıfatlarıyla andı. Kuran''da, Hz. İsa''nın bu duasından şöyle söz edilir:

Meryem oğlu İsa: "Allah''ım, Rabbimiz, bize gökten bir sofra indir, öncemiz ve sonramız için bir bayram ve Sen''den de bir belge olsun. Bizi rızıklandır, Sen rızık vericilerin en hayırlısısın" demişti. (Maide Suresi, 114)

Allah Hz. İsa''nın duasını kabul etti ve şöyle buyurdu:

Allah demişti ki: "Şüphesiz ben bunu size indireceğim. Artık bundan sonra sizden kim inkâr ederse, ben onu gerçekten alemlerden hiç kimseyi azablandırmayacağım bir azabla azablandıracağım." (Maide Suresi, 115)

Hz. İsa''nın Maide Suresi''ndeki ikinci duası ise, havarilerin korunup gözetlenmesi ve bağışlanması konusundaydı:

Allah: "Ey Meryem oğlu İsa, insanlara, beni ve anneni Allah''ı bırakarak iki ilah edinin, diye sen mi söyledin?" dediğinde (İsa şöyle dedi); "Seni tenzih ederim, hakkım olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer bunu söyledimse mutlaka sen onu bilmişsindir. Sen bende olanı bilirsin, ama ben Sen''de olanı bilmem. Gerçekten, görünmeyenleri (gaybleri) bilen Sen''sin Sen."
"Ben onlara bana emrettiklerinin dışında hiçbir şeyi söylemedim. (O da şuydu:) ''Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah''a kulluk edin.'' Onların içinde kaldığım sürece, ben onların üzerinde bir şahidim. Benim (dünya) hayatıma son verdiğinde, üzerlerindeki gözetleyici Sen''din. Sen herşeyin üzerine şahid olansın." Eğer onları azablandırırsan, şüphesiz onlar Senin kullarındır, eğer onları bağışlarsan, şüphesiz aziz olan, hakim olan Sen''sin Sen." (Maide Suresi, 116-118)


Kuran''da Hz. Muhammed''in Duaları
Kuran''da "Şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin" (Kalem Suresi, 4) ayetiyle tanıtılan son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.), gecenin bir bölümünü dua, zikir ve ibadetle geçiriyordu. Bir ayette bundan şöyle söz edilir:

Gerçekten Rabbin, senin gecenin üçte ikisinden biraz eksiğinde, yarısında ve üçte birinde kalktığını bilir; seninle birlikte olanlardan bir topluluğun da. Geceyi ve gündüzü Allah takdir eder. Sizin bunu sayamıyacağınızı bildi, böylece tevbenizi kabul etti... (Müzemmil Suresi, 20)

Kuran''da Hz. Muhammed''in müminlere karşı ne kadar düşkün ve şefkatli olduğu anlatılır ve onlar için bağışlanma dilemesi emredilir:

Allah''tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah''a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever. (Al-i İmran Suresi, 159)

Kuran''da daha birçok ayette Peygamberimiz''in dualarından bahsedilmektedir. Dualarda Allah''ı sıfatları ile birlikte anmanın en güzel örneklerini Hz. Muhammed''in dualarında görebiliriz. Bunlardan bir tanesi şöyledir:

De ki: "Ey mülkün sahibi Allah''ım, dilediğine mülkü verirsin ve dilediğinden mülkü çekip-alırsın, dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; hayır Senin elindedir. Gerçekten Sen, herşeye güç yetirensin." (Al-i İmran Suresi, 26)
Tüm Peygamberler gibi Hz. Muhammed de gönderildiği kavmin ileri gelenleri tarafından tehdit edilmiş ve zaman zaman şeytanın olumsuz telkinleri ile karşı karşıya kalmıştır. Böyle durumlarda Peygamberimiz Allah''a üzerindeki sıkıntıyı kaldırması için şöyle yalvarmıştır:

Ve de ki: "Rabbim şeytanın kışkırtmalarından sana sığınırım. Ve onların benim yanımda bulunmalarından da Sana sığınırım Rabbim." (Müminun Suresi, 97-98)

Müminun Suresi''nin son ayetinde ise Peygamberimiz''in bir duası şöyle aktarılır:

Ve de ki: "Rabbim bağışla ve merhamet et, Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın." (Müminun Suresi, 118)


Hz. Musa''nın Duaları
İsrailoğulları''na elçi olarak gönderilen Hz. Musa, Firavun''un zulmünden kurtulması için, henüz bebek iken annesine gelen vahy üzerine bir nehre bırakılmıştı. Firavun ve ailesi nehirde buldukları Hz. Musa''yı evlat edindiler. (Kasas Suresi, 7-8) Hz. Musa''ya Firavun''un sarayında ergenlik çağına geldiğinde diğer Peygamberler gibi Allah''tan "ilim ve hikmet" verildi. (Kasas Suresi, 14)

Kuran''da Hz. Musa''nın Allah''a yönelerek dua etmesine neden olan bir olay şöyle anlatılır:

(Musa) Halkının haberi olmadığı bir zamanda şehre girdi, orda kavga etmekte olan iki adam buldu; bu kendi taraftarlarından, şu da düşmanlarından. Derken taraftarlarından olan, düşmanlarından olana karşı ondan yardım istedi. Bunun üzerine ona bir yumruk attı ve işini bitiriverdi. (Sonra da:) "Bu şeytanın işindendir; o, gerçekten açıkça saptırıcı bir düşmandır" dedi. (Kasas Suresi, 15)

Ayette anlatılan olay sonucunda Hz. Musa Allah''tan bağışlanma diledi ve bir daha suçlu ve günahkarlara destek olmayacağına dair Allah''a söz verdi:

Dedi ki: "Rabbim, gerçekten, ben kendi nefsime zulmettim, artık beni bağışla." Böylece (Allah) onu bağışladı. Şüphesiz. O, bağışlayandır, esirgeyendir. Dedi ki: "Rabbim, bana verdiğin nimetler adına, artık suçlu günahkarlara destekçi olmayacağım." (Kasas Suresi, 16-17)

Söz konusu olayın duyulması üzerine, bulunduğu şehrin önde gelenleri Hz. Musa''yı yakalayarak öldürmeyi planladılar. Bunu öğrenince Hz. Musa yine Rabbi''ne dua etti:

Böylece oradan korku içinde (çevreyi) gözetleyerek çıkıp gitti: "Rabbim, zalimler topluluğundan beni kurtar" dedi. (Kasas Suresi, 21)

Hz. Musa''nın duası kabul edildi ve Allah''ın yönlendirmesiyle Firavun''un şehrinden ayrılarak daha güvenli bir yere gitmek üzere yola koyuldu. Bu sırada da Rabbi ile olan bağlantısını hiç kaybetmemiş, hep O''na dua etmişti:

Medyen''e doğru yöneldiğinde de: "Umarım Rabbim, beni doğru bir yola yöneltip iletir" dedi. Medyen suyuna vardığı zaman, su almakta olan bir insan topluluğu buldu. Onların gerisinde de (hayvanları su başına götürmekten çekinen) iki kadın buldu. Dedi ki: "Bu durumunuz ne?" "Çobanlar sürülerini sulamadıkça, biz sürülerimizi sulayamayız; babamız, yaşı ilerlemiş bir ihtiyardır." dediler. Hemencecik onların sürülerini suladı, sonra yine gölgeye çekilerek dedi ki: "Rabbim, doğrusu bana indirdiğin her hayra muhtacım." Çok geçmeden, o iki (kadın)dan biri, (utana utana) yürüyerek ona geldi. "Babam, bizim için sürüleri sulamana karşılık sana mükafaat vermek üzere seni davet etmektedir." dedi. Bunun üzerine ona gelip de olup bitenleri anlatınca o: "Korkma" dedi. "Zalimler topluluğundan kurtulmuş oldun." (Kasas Suresi, 22-25)

Bu olayların ardından Hz. Musa Medyen''de yerleşti ve bir aile sahibi oldu. Ardından geçen 8-10 yıldan sonra ailesiyle birlikte Medyen''den ayrıldı. Yolda Tuva Vadisi denilen yere geldiğinde ilk vahyi alacaktı. Allah ona Firavun''a gitmesini ve kendisine dini tebliğ etmesini emretti. Ancak Hz. Musa içinde bir endişe duyuyordu ve bunu samimi bir biçimde Allah''a duyurdu:

Dedi ki: "Rabbim, gerçekten onlardan bir kişi öldürdüm, beni öldürmelerinden korkuyorum. Ve kardeşim Harun; dil bakımından o benden daha düzgün konuşmaktadır, onu da benimle birlikte bir yardımcı olarak gönder, beni doğrulasın. Çünkü onların beni yalanlamalarından korkuyorum." (Kasas Suresi, 33-34)

Kuran''da bildirildiğine göre Hz. Musa çabuk heyecanlanan bir karaktere sahipti ve bunun tebliğ görevini yerine getirmesine engel olmasından korkuyordu. Bunun için de Allah''a dua etti:

Dedi ki: "Rabbim, benim göğsümü aç. Bana işimi kolaylaştır. Dilimden düğümü çöz; ki söyleyeceklerimi kavrasınlar. Ailemden bana bir yardımcı kıl, kardeşim Harun''u. Onunla arkamı kuvvetlendir. Onu işimde ortak kıl, Böylece seni çok tesbih edelim. Ve seni çok zikredelim. Şüphesiz sen bizi görüyorsun." (Taha Suresi, 25-35)

Hz. Musa''nın bu samimi duasına karşılık Allah onu ve kardeşini özel bir koruma altına aldığını şöyle bildirmiştir:

(Allah) Dedi ki: "Pazunu kardeşinle pekiştirip güçlendireceğiz; sizin ikinize de öyle bir ''güç ve yetki'' vereceğiz ki, ayetlerimiz sayesinde size erişemeyecekler. Siz ve size uyanlar galip olanlarsınız." (Kasas Suresi, 35)

Hz. Musa''nın Firavun''a göstermiş olduğu mucizeler, Firavun''un büyücülerinin bir kısmının ve küçük bir genç grubun iman etmesine vesile olurken, Firavun ve kavminin büyük kısmı Allah''a karşı büyüklenmekte ısrar ediyorlardı. Bunun üzerine Hz. Musa Allah''a şöyle dua etti:

Musa dedi ki: "Rabbimiz, şüphesiz Sen, Firavun''a ve önde gelen çevresine dünya hayatında bir çekicilik (güç, ihtişam) ve mallar verdin. Rabbimiz, Senin yolundan saptırmaları için (mi?) Rabbimiz, mallarını yerin dibine geçir ve onların kalblerinin üzerini şiddetle bağla; onlar acı azabı görecekleri zamana kadar iman etmeyecekler." Allah, Hz. Musa''nın duasına şöyle karşılık verdi: "İkinizin duası kabul olundu. Öyleyse dosdoğru yolda devam edin ve bilgisizlerin yoluna uymayın." (Yunus Suresi, 88-89)

Hz. Musa''nın yukarıdaki duasının ardından Firavun ve tüm inkarcı çevresi helak edilmiş ve İsrailoğulları Mısır''dan ayrılmışlardır.

Mısır''dan çıkmalarından bir süre sonra, Hz. Musa kardeşi Hz. Harun''u yerine bırakarak, kırk günlüğüne Tur Dağı''na çıktı. Burada kendisine vahyin gelmesini bekledi. (A''raf Suresi, 142) Vahy gelince de Allah''a şöyle dua etti:

"...Rabbim, bana göster, Seni göreyim"... (A''raf Suresi, 143)
Allah, Hz. Musa''nın bu isteğine şöyle karşılık verdi:

...(Allah:) "Beni asla göremezsin, ama şu dağa bak; eğer o yerinde karar kılabilirse, sen de Beni göreceksin." Rabbi dağa tecelli edince, onu paramparça etti. Musa bayılarak yere düştü. Kendine geldiğinde: "Sen ne yücesin (Rabbim). Sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim" dedi. "Ey Musa" dedi. "Sana verdiğim risaletimle ve seninle konuşmamla seni insanlar üzerinde seçkin kıldım. Sana verdiklerimi al ve şükredenlerden ol." (A''raf Suresi, 143-144)


Hz. Musa Tur Dağı''na giderken kavminden sorumlu olarak kardeşi Hz. Harun''u bırakmıştı. Ancak kavmi Hz. Musa''nın gidişi ile birlikte gevşeklik göstererek Mısır''daki putperest inanışlara dönüş yaptılar. Kendilerine bir buzağı heykeli yaptılar ve ona tapındılar. Hz. Musa kavminin buzağıya tapması üzerine aralarından müminleri ayırarak Allah''ın daha önceden vahyettiği buluşma yerine doğru yola çıktı. Ancak buluşma yerine gelmeden bunları da ayetin ifadesiyle "dayanılmaz bir sarsıntı" tutunca, Allah''tan kendisi ve yanındaki müminler için bağışlanma diledi:

...Dedi ki: "Rabbim, eğer dileseydin, onları ve beni daha önceden helâk ederdin. (Şimdi) İçimizdeki beyinsizlerin yaptıklarından dolayı bizi helak edecek misin? O da Senin denemenden başkası değildir. Onunla Sen dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirirsin. Bizim velimiz Sensin. Öyleyse bizi bağışla, bizi esirge; Sen bağışlayanların en hayırlısısın." Bize bu dünyada da, ahirette de iyilik yaz, şüphesiz ki biz Sana yöneldik. Dedi ki: "Azabımı dilediğime isabet ettiririm, rahmetim ise herşeyi kuşatmıştır; onu korkup-sakınanlara, zekatı verenlere ve bizim ayetlerimize iman edenlere yazacağım." (A''raf Suresi, 155-156)

Kuran''ın Hz. Musa ile ilgili olarak anlattıklarına genel olarak baktığımızda, Hz. Musa''nın dualarında en çok dikkat çeken noktalardan birinin, onun içten samimiyeti ve açıksözlülüğü olduğunu görürüz. Allah''a samimi bir biçimde dua etmiş ve O''ndan yardım dilemiştir. Allah, Hz. Musa''yı zamanla ve olaylarla eğiterek büyük güç sahibi bir Peygamber haline getirmiştir.

Yani, önceden de vurguladığımız gibi, duanın en önemli şartlarından biri samimiyetle ve içtenlikle yapılmasıdır. İnsanı bu noktada yanıltabilecek engellerden biri, Allah''a karşı utanarak O''na bazı günah ya da kusurları itiraf etmeme eğilimidir. Bazı insanlar bu eğilimin etkisiyle Allah''a dua ederken çok "resmi" bir ruh hali içinde olurlar ve belki utanma duygusundan belki de kibirlerinden dolayı Allah''a herşeylerini açmazlar. Oysa Allah bizim her türlü kusurumuzu, yaptığımız, hatta aklımızdan geçen her türlü yanlış ve anormal fiil ya da düşünceyi zaten bilmektir.

O halde yapılması gereken şey, açıksözlülükle ve samimiyetle O''na yönelip her sırrımızı O''na açmaktır. Allah''a karşı duyulması gereken içli korku, Allah ile kulu arasına "resmiyet" sokacak bir engel değil, kulunu Allah''a teslimiyetli ve samimi bir biçimde yakınlaştıracak bir teşviktir.

SONUÇ
Kuran''da anlatılan dua anlayışının insan hayatına geçirilmesi çok önemli bir konudur. Ne yazık ki insanların büyük bir kısmı Kuran''dan habersiz oldukları veya Kuran''ı yeteri kadar bilmedikleri için, belki de hayatlarında bir defa bile Kurani bir bakış açısıyla dua etmeden yaşar giderler.
Şu an okuduğunuz bu çalışmada ise, aslında Kuran''a göre "en büyük" olan (Ankebut Suresi, 45) Allah''ı zikretmenin önemi anlatılmıştır. Burada anlatılanları dikkate almak ve Allah''a tam O''nun dilediği gibi dua etmeye çalışmak ise hepimizin görevidir.

Bu hem büyük bir görev, hem de bizim ebedi hayatımızı kurtaracak büyük bir vesiledir. Çünkü Kuran, Allah''a dua etmeyenlerin sonunun ebedi cehennem azabı olduğunu haber verir:


Rabbiniz dedi ki: "Bana dua edin, size icabet edeyim. Doğrusu Bana ibadet etmekten büyüklenen (müstekbir)ler; cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir. (Mümin Suresi, 60)

Rahmet Duası

Hicrî 201''de vefat eden, ehli tahkîkin hücceti, Rabbâniyy-ul-Makam, fıkhın büyük alimi İmam Ebû Mahfûz Ma''rûf bin Feyrûz el-Kerhî el-Bağdâdî rahimehullahi Teâlâ diyordu ki:

" Allah bir kula hayrı murad ettiği zaman, ona şeriatle amel etmek kapısını açar; gevşeklik ve tembellik kapılarını kilitler. " Yine diyordu ki:

" Allah bir kula hayrı murad ederse, kendisine şeriatle amel etmek kapısını açar; mücadeleye girme kapısını kilitler. Bir kula şerri murad ettiği zaman, kendisine şeriatle amel etmek kapısını kilitler; mücadeleye girmek kapısını açar. "

Diyordu ki: " Vefânın hakîkati, iç duyguların, gafletin ağır uykusundan ayrılması ve niyet ve emellerin fuzûlî âfatlardan boşalmasıdır. "

Yine diyordu ki: " Allah sana lütuf ve merhametiyle arkadaşlık yapıncaya kadar Kendisi''ne tevekkül et = her işini Kendisi''ne havale et. Ona tevekkül et ki, bütün şikayetlerinin mercei olsun. Ölümü aslâ aklından çıkarma ki, ondan başkası yanında oturmasın. Sana vermiş olduğu belaların şifâsı, onu gizlemendir. İyice inan, insanlar sana hiçbir faideyi dukunduramazlar; bir zararı da dokunduramazlar. Sana veremezler, seni mahrum da edemezler. " bununla tevekkülün hakîkati ne ise onu öğretti.

Ve yine diyor ki: " Dünya dört şeydir: Maldır, konuşmaktır, uykudur, yemektir. Çoğu zamanda mal, haddi aşmaya sebeb olur; konuşmak, hak ve gerçekten alıkoyup meşgul eder; uyku, hak ve gerçeği unutturur; yemekse kalbi sertleştirir. " demek istiyor ki bunlara dikkat etmekle tevekkül gerçekleşiyor.

Serî rahimehullahi Teâlâ diyor ki: " Ben: '' Allah''a itaat edenler, neyle güç bulup itaat ettiler? '' diye Ma''rûf''tan sordum; dedi ki: Dünyaya aid her şeyi kalblerinden çıkarmakla. Şayed onların kalbinde dünyaya aid bir arzu varsa, hiçbir secdeleri sahih olmaz. " zira onlar, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem''in: " Rabb''ini görürmüşcesine Kendisi''ne ibadet et. " sözündeki ihsan makamındadırlar. Onlar ğayrısini görmezler.

Bir gün Bağdad''da Dicle''nin kenarında oturmuş; bir kayıkta çalgı çalan, def vuran, içki içen gençler geçmiş. Tâbî''lerinden bazıları: " Bunlar şu suda nasıl isyan ediyorlar, gördünüz mü efendim? "

Diğer bazıları: " Onlara beddua yap da, böyleler nehre batsınlar. " demişler.

Bunun üzerine elini semâya kaldırmış: " Ey aşırı derecede sevdiğim ve aşırı derecede Kendisi''nden korktuğum Ma''bud''um! Ey uluların Ulusu! Sen bunlara dünyada böyle ferahlık verdiğin gibi ahirette de onları sevindirmeni Sen''den isterim. " diye dua etmiş.

Tâbî''leri: " Biz sana onlara beddua yap diye istirhamda bulunduk, sen onlara dua ediyorsun. " demişler. Bunun üzerine buyuruyor ki:

" Tabiîdir, Allah Teâlâ dünyada onlara tevbeyi nasib edip kabul ederse, elbette ahirette onları sevindirecektir demektir. ve size hiçbir zararları dokunmaz. "

Yine bir adam yanına gelerek: " Dün gece bana bir erkek evlad doğdu. Bakışınla şereflenmek için ziyaretine geldim. " demiş. Şeyh Ma''rûf: " Hadi burada otur, yüz kere '' Mâşâallâhu kâne '' = " Allah her ne dilerse o olur. diye söyle. " demiş; Adam yüz kereyi tamamlamış, akabinde " Bir yüz daha söyle. " demiş. Böyle böyle beş yüze kadar adama "Mâşâallâhu kâne" söyletmiş. Bitirince, Hicrî 247''de vefat eden Padişah el-Mütevekkil Alallah Ca''fer''in annesinin hizmetçisi oraya girmiş, elinde bir pusula, bir para kesesi bulunuyormuş; demiş ki: " Benim efendi hanım sana selam göndererek bunu hediye etti. Demiştir ki: Bunu miskinlere dağıtsın. "

Şeyh Ma''rûf eline almaksızın hizmetçiye demiş ki:

" Ha şu adama ver. " Hizmetçi:

" Kesenin içinde beş yüz dirhem var, nasıl ona vereyim? " Şeyh Ma''rûf rahimehullahu Teâlâ:

" İşte ona ver. Demin adam beş yüz kere " Mâşâallâhu kâne " söyledi. " Sonra adama dönerek: " Eğer sen daha fazla söyleseydin, daha fazla getirecektik.

Cevşen''den Dua

Ey kudret ve Hâkimiyet ve Mâlikiyeti bütün zâhirî seyyid ve meliklerin hadsiz derecede fevkinde bulunan, şeref-i intisâbı hiçbir seyyidin intisâbına benzemeyen ve Ona mensup olana kudretiyle herşeyi musahhar eden Hâkim-i Ezelî,

Ey lisân-ı hal ve kal ile edilen bütün dualara nihayetsiz rahmet ve kudretiyle ve nihayetsiz hikmetinin muktezâsınca icâbet eden Mücîb-i Rahîm,


Ey bütün hayır ve hasenât Onun elinde bulunan ve Onun tevfikiyle vücuda gelen, her hayrâtı yazan, her hasenâtı kaydeden, her a''mâl-i sâlihayı muhâfaza eden ve her hizmetin ücretini ve her hasenâtın mükâfâtını veren Hafîz-i Alîm,


Ey kemâlât-ı kibriyâsı mümkün ve mutasavver bütün mertebelerin üzerinde bulunan ve mahlûkatı mektûbat-ı Samedâniye ve memurîn-i İlâhiye mertebelerine çıkaran ve îman ve itaatle Ona intisab edenleri a''lâ-yı illiyîne yükseltip fazl ve keremiyle ulvî derecelere mazhar eden Fâtır-ı Hakîm,


Ey maddî ve mânevî nimetlere, rızıklara, ömürlere, hayır ve hasenelere bereket ihsân eden, nihayetsiz rahmet ve gınâ ve cûd ve sehâsıyla ziyadelikler veren Muhsin-i Kerîm,


Ey âsî kullarının hatalarını mağfiret etmek şanından olan Gafûr-u Rahîm,


Ey havl ve kuvvetiyle bütün belaları def eden Mevlâ-yı Azîm,


Ey büyük küçük bütün mevcudatın gizli ve açık bütün seslerini birden işiten ve hiçbir sadâ Ondan gizli kalmayan Semî-i Alîm,


Ey bütün mahlukatın sual ve dua lisanıyla ettikleri fakr ve ihtiyâcâtına dâimî cevap veren ve yerine getiren Kerîm-i Pürnevâl,


Ey en gizli mahlukatının en gizli arzularını ve en hafî niyazlarını bilen, işiten ve icâbet eden Alîm-i Zülcemal,


Sen aczden ve şerikten münezzeh ve mukaddessin. Senden başka ilâh yok ki bize imdad etsin. El-aman, el-aman! Bizi azap ateşinden ve Cehennemden halâs et.



--------------------------------------------------------------------------------

Ümit Şimşek, "Risale-i Nur Işığında Cevşen Meali", s. 4-6, Zafer Yayınları, İstanbul, 1992.

KÂİNATIN DUASI

SİCİM

KÂİNATIN DUASI

Canan Karataş

“Akşam; sırma saçlı bir ceviz ağacının yapraklarında gülümsüyordu. Köyde bir telaş, bir telaş... “Ramazanda da sular kesilir mi canım?” “hökümetin hiçbir işi doğru düzgün değil ki zaten” “hele şehre adam yollayıverin de belediyeye gitsinler”

İki köylü belediyeye gider, ama kimse onları kaale bile almaz. Ne yapsınlar çaresiz geri dönerler. Ertesi gün grup hâlinde gidilir. Bu sefer de görevliler başlarından atmaya uğraşırlar. Başarılı da olurlar. Böylece aradan bir hafta geçer. Köyde millet susuzluktan kırılır. Kimse gelip de kaynak suyu çıkarılan yerdeki çatlak boruyu tamir etmez ve su akar akar akar...en sonunda köylü dayanamaz, bütün köy halkı toplanarak belediyenin kapısına dayanır. Bu kadar insanı başından atamayacağını anlayan görevliler çaresiz köylülere yardım ederler. Artık köylüler “hâcet-i amme” olan sularına kavuşmuşlardır. Nede olsa koca köy halkının isteğini geri çevirecek değildir zaten bu o başkanın makamına yakışmaz. Hele bir de aralarında yakın akrabaları falan varsa...” diye devam edip gider işte hikaye.

İsimler, cisimler ve resimler o kadar da önemli değillerdi. Geçer akçe; ismin ardındaki karakter, cismin içindeki ruh, resimde saklı mânâdaydı. Ceset her sene değişse de insan aynı insandı. Şablonlar kendileriyle değil, uygun düştükleri kalıplarla bir değer ifade ederlerdi. Hikayeler de sadece elbiseden ibaretti, mânâlarındaydı asıl güzellikleri.

Bunun içindi bütün benzetmeler, Onu ve Habibini anlamak, en azından anlamaya çalışmak için açılan kapı aralıklarıydı. Bu bakış açısıyla; O Zât(asm) da öyle bir sâlât-ı kübrâda dua ediyor ve kainatın şefkatli padişahına öyle bir “hâcet-i amme” için dua ediyordu ki, küçücük ipek böceğinden azametli gezegenlere kadar, mikroskobik bir hayvandan semâvâttaki meleklere kadar, belki bütün yaratılmışlar, Onun niyâzına “Evet Yâ Rabbenâ, ver biz dahi istiyoruz”deyip duasına iştirak ediyorlardı. O Resul-i Ekrem(asm) “beka için” dua ediyordu. “Hem öyle fakirâne, öyle hazinâne, öyle sevimli bir tarzda, öyle özlercesine, öyle yalvarıp yakararak niyaz ediyordu ki; bütün kainatı ağlattırıyor, duasına iştirak ettiriyordu.” Kainatın Halık’ı en sevdiği kulunun duasını hiç geri çevirir miydi? hele O duasını tüm kainatı arkasına alarak yapıyorsa elbette kabul etmek büyüklüğünün, Uluhiyetinin iktizasındandı.

Bu cihetle Resul-i Ekrem(asm) ehl-i imanın gönüllerini de ittihad ettiriyordu. “bu ittihat ile kainat içinde bir zerre gibi zayıf, korumasız, kimsesiz olan şu insan, ubudiyetiyle gelen duanın vesilesiyle yedi gök ve yerin yaratıcısının sevgili bir abdi, ve arzın halifesi, sultanı ve hayvanâtın reisi ve hilkat-i kainatın neticesi ve gayesi oluyordu. Bu sebepledir ki; kainat insana hizmet ediyordu. Tabii bu da insanın, mahlukâtın ibadetlerinde tasarruf edebilme imkanını sağlıyordu.

Bahar mevsimine yakın yaşlı bir kiraz ağacının gerekli gördüğü dallarını budayıp hangi dalının zikredip hangi dalının zikretmeyeceğini belirliyordu. Ve o dalların içindeki milyonlarca hayattar hücrenin de ibadetlerine müdahale edebiliyordu. Yeni bir fidan dikse, onun hayat bulup Halık’ına dua ve ibadette bulunmasına vesile oluyordu. Ya da bir çekirdeğin kabiliyet diliyle neşv-ü nemâ bulma duasına kararıyla ortaklık edebiliyordu.

Bundan dolayı insan mahlukâtın trafik polisi gibiydi. “dur, geç, senin zamanın doldu parka çek...” yani oldukça “özgür bir kul”du insan.

İnsan; kendisine sonsuz acizliği ve fakirliğiyle birlikte ihsân edilen bu yetki sayesinde, Bir örümceğin göz alıcı nakışlarla dokuduğu ağını örerken fıtrî ihtiyâcıyla yaptığı duasıyla, bir arının, hünerli, kimyâger bir açı gibi bal yaparken yaptığı dua ile, bir ipek böceğinin acizliğiyle beraber sırtında taşıdığı fakirliğiyle, ebedî rahmet hazinelerinden gönderilen ipeği “mucizevâri” nesc ederken yaptığı dua ile dua edebiliyordu.

Elbette ki, ufak bir mahlukunun bile duasına ehemmiyetle cevap veren böyle merhamet sahibi bir Rahîm en sevdiği abdi olan insanın bütün mahlukatın duasını içine alarak dergâh-ı ilâhinin kapısında el açıp örümceğin ağı gibi kusursuz, arının balı gibi tatlı, ipek böceğinin ipeği gibi yumuşak ve sükûnetli bir hayat isteyecekti. Belki verilecek, belki verilmeyecekti. Fakat o kul bilirdi ki; “birisi var; kalbinin en ince duygularını dahi işitir, her şeye eli yetişir, her arzusunu yerine getirebilir, aczine merhamet eder, fakrına meded eder.” Ve anlardı ki bir tek Ondan yardım isteyerek kainatın güzel bir takvimi olabilirdi.

Kırmızı Kursun Kalem

Hak şerleri hayr eyler
Zannetme ki gayr eyler
Ârif anı seyr eyler
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Bir işi murad etme
Olduysa inad etme
Hak''tandır o reddetme
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler




İbrahim Hakkı hazretlerinin Tefvzifname"sinde ki bu mısralar hayatımın düsturu oldu çoğu zaman. Modernleşen insanın en önemli problemi: Mutluluğu yakalayamamak! İnsan hangi hallerde mutlu olur, mutluluğun sınırı var mıdır?Bu soruların cevapları her insana göre değişiyor değil mi?Biliyor musunuz?Bu sorunun cevabını çok küçük yaşlarda vermiştim kendime.

Bazılarımızı son model bir araba mutlu ederken, bazılarımızı, okulda bir kısım öğrencide olan ama kendisinin sahip olmadığı, bir kırmızı kurşun kalem mutlu eder. Çocukluk günlerim aklıma geldi bir an, en çok nelerden mutlu olurdum çocukken? Hatırımda kalan kırmızı uçlu bir kalem!

Evet, Bakkal Süleyman Amca''nın hediye ettiği "kırmızı kurşun kalem" beni dünyanın en mutlu çocuğu yapmıştı o gün. Bana o gün sorsalardı: Son model bir araba mı istersin, kırımız uçlu bir kalem mi? Tereddütsüz ikinciyi tercih ederdim.

Nihayet ev ödevlerimin başlıklarını Kırmızı kurşun kalemle yazmak için arkadaşlarımdan ödünç aldığım günler geride kalıyordu. Ve dünyada en çok sevdiğin adam kim deselerdi o gün, şüphesiz Bakkal Süleyman Amca, derdim.

Öyle kolay bir şey değildi kırmızı kurşun kaleminin olması. Her çocuk sahip olamazdı kolay kolay kırmızı kurşun kaleme.

Her şeyden önce toplumdaki sosyal statünle orantılı bir "olay"dı kırmızı kurşun kalem sahibi olmak! Mesela babanın mesleği çok önemlidir. Öğretmen çocuğu olursan, muhakkak ki Okul araç ve gereçlerinin tamamına sahip olurdun. Çünkü hâlâ o günlerde Cumhuriyetin kültür taşıyıcıları öğretmenlerdir. Öğretmenler ihtilal sonrası okul çocukları olmamıza rağmen toplumun hâlâ en gözde meslek erbabından sayılırlardı ve biz de keşke öğretmen çocuğu olsaydık diye hayıflanırdık Ya da aile reisinin doktor avukat ve ordu mensubu gibi üniformalı bir meslekten olması gerekirdi. Hayatımın daha sonraki bölümlerinde anti-üniform oluşumun belki de en önemli sebebi buydu. Üniformalı aile reislerinin çocuklarının bize tavırları hep tepedendi ve onlardan kırmızı uçlu kalem ödünç almayı hiç düşünmedim okul boyunca.

Biz kimdik? Devlete bu güne dek hiçbir işi düşmemiş, ancak Allah devlete millete zaval vermesin diye dua eden yani temenni bağı olan ana-babaların çocuklarıydık. Bizler köyden kente göç eden, umutları olan ve bu umutlarının taşıyıcıları olarak en azından çocuklarının okuması için gece gündüz kentin tampon işlerinde çalışan yeni bir sınıfın üyesiydik.

Biz ara- sınıf üyesiydik yani. Gerçi o zamanlar ara sınıf nedir? Sosyal statü nedir? Bu kavramlar küçük dağarcığımızda yeri olmayan şeylerdi. Yıllar sonra Mülkiye''de bunun ilmini yaparken daha iyi öğrenmiştim:1950''li yıllardan sonra gelişen sanayileşme buna bağlı olarak kentleşen toplum ve köylerin boşalması. Genelde Kentte minibüsle yolculuk yapan ve arabesk müziğinden zevk alan kitleler.

Köylerini şehrin taşı toprağı altındır diye terk eden insanların umudu olmuştur şehirler artık. Kendileri güzel günleri yaşamayacaklardı, çile çekeceklerdi ama çocukları rahat edecekti. Yeni şehirlilerin en önemli özellikleri nelerdi? Köyün geleneğini şehre taşımaları, muhafazakar bir dünyaya sahip olmaları, bunu şehrin değiştiren, dönüştüren yapısına karşı kalkan olarak kullanmaları. Büyük şehre göç edenlerin durumu buydu kısaca. Koca şehir adeta canavar gibi geliyordu onlara bizi yutacak bu şehir muhakkak, ama bizden sonrakiler yem olmayacak diyorlardı.

Bütün bu çabalar sonuç verdi ikinci kuşaklarda. Gerçi onların çoğunu bu şehir canavarı yok etti, ve biz bu canavarın bir uzvu olma pahasına onların arzularını yerine getirdik. Bizim elimizin kalem tutmasını ve avuçlarımızın kürekten, sabandan değil kalemden nasırlaşmasını istemişlerdi. Ve ellerimiz kalem tutmaktan nasırlaştı.

Beni bu kadar mutlu eden bu olayın çok basit bir izahı vardı artık. Bu gün bu vakayı bir çok sosyal-iktisadi, ideolojik kavramlarla açıklayabiliyorum gördüğünüz gibi, kalemim sayesinde. Kırmızı kurşun kalem tutkusu benim kalemle olan dostluğumun en önemli saiki oldu. Burslu dersaneye gittim bu kalemle. Bu kalemle Ülke''nin en iyi okullarından birinde okudum. Hayatımda ilk parayı kalemimden kazandım. Kalemim sayesinde meslek sahibi oldum. Devlet-i Ali de bir makama duhul eyledik bu kalem sayesinde vesselam.

Gördüğünüz gibi mutlu olmak için küçük bir izahat yazacaktım, bu kalem sayesinde uzattıkça uzattım!

Mutlu olmak mı istiyorsunuz şimdi? Size tavsiyem, hemen kırmızı uçlu bir kurşun kalem almanız.
Hazırlayan : Sky''of''Noble