27 Kasım 2010 Cumartesi

İslamda Dua Etmenin Önemi

"Kullarım sana beni sorduklarında, ben muhakkak ki onlara çok yakınım. Bana dua ettiklerinde dualarına icabet ederim. O halde onlar da benim çağrıma uysunlar, bana iman etsinler." (Bakara, 2/186)

Arapça bir kelime olan dua, davet/da’vâ gibi kelimelerin mastarı olup, sözlüklerde çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek; öncelik tanımak, söz vermek, özel birisini yemeğe davet etmek, isim vermek, yalvarmak; küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya vâki olan talep ve niyaz; sığınmak, ilgi kurmak; dilekte bulunmak, nida gibi manalara gelir. Terim olarak ise: Kulun Allah’a sığınma ve yakarışını, Allah’ın yüceliği karşısında kulun güçsüzlüğünü itiraf etmesini, sevgi ve tazim (yüce bilme) duyguları içerisinde lütfunu, yardımını ve affını dilemesini ifade eder. Yine dua, bir kulun Allah’ın yüceliği ve azameti karşısında kendi zayıflığını kavramak yoluyla Allah’ın büyüklüğünü dile getirmesi, O’na yalvarması, O’na hamd etmesi, şükretmesi, O’nu övmesi demektir. Dua, insanla Allah arasında bir ilişki ve iletişimdir. Kulun Allah’a yalvarıp O’nun yardımını istemesi, ya bir hayrın, iyiliğin ve nimetin kendisine verilmesi için; ya da bir bela ve kötülüğün üstünden veya bulunduğu ortamdan kaldırılıp yok olması için Allah’a karşı bir ibadet, sevgi ve saygının ifadesidir. Genel ve geniş anlamda ise hiçbir törene bağlı bulunmayan, şekil şartlarından bütünüyle sıyrılmış, zaman ve mekan bakımından süreklilik gösteren kulun yaratıcısıyla sürekli bir biçimde iletişimde bulunduğu bir ibadet olarak da tanımlanabilir. Ayrıca Allah’a sunulacak talepleri sözlü veya yazılı olarak dile getiren metinlere de dua denilir. Salât, namaz manasına geldiği gibi, dua manasına da gelir. Namazda dua ayetleriyle ve diğer dualarla dua ederiz.

Hz. Peygamber ise, duayı şöyle tanımlar: "Dua ibadetin ta kendisidir." "Dua ibadetin iliğidir, özüdür." "Allah katında duadan daha kıymetli bir şey yoktur.” “Dua müminin silahıdır, dinin direğidir, göklerin ve yerin nurudur.”

Kur’an-ı Kerim’de yirmi yerde "dua" kelimesiyle birlikte bazı ayetlerde dava ve davet kelimeleri de aynı anlamda kullanılmıştır. Pek çok ayette dua kökünden fiiller yer almıştır. Bu ayetlerde dua ve türevleri Allah’a yakarma, istek ve ihtiyaçlarını arzederek O’nun lütfunu dileme, çağırma, bir durumu arz etme, Allah’ın birliğini tanıma, isnad ve iddia etme anlamlarında kullanılmıştır. Dua ve türevleri bu anlamlarıyla hadislerde de sık sık tekrar edilmiştir.

Dr. Alexis Carrel ise duayı: "Genel bir ruhsal mekanizma olmaktan çok, insanın yaratıcısına doğru fıtri çekilişi ve yakınlaşma isteği, ruhun Allah’a doğru yükselişi ve O’na aşıkçasına kulluk etme durumu olarak" tarif etmiştir.

Duanın ana hedefi, insanın durumunu Allah’a arzetmesi, O’na niyazda bulunması olduğuna göre Allah ile kul arasında bir diyalog anlamı taşır. Bunun gerçekleşmesi için, önce Allah insanı kendi varlığından haberdar etmiş, insan da varlığını benimsediği bu yüce kutsiyet karşısında duyduğu saygı ve ümit sebebiyle kendisinden daha üstün olanla irtibat ihtiyacını duymuştur. Dua böyle bir irtibat neticesinde insanın bir taraftan kendi ihtiyaç ve eksikliklerinin telafisini, diğer bir taraftan da daha mükemmele ulaşmasını hedefleyen bir diyalog vasıtasıdır. Bir başka ifadeyle dua; sınırlı, sonlu ve aciz varlığın sınırsız ve sonsuz kudret sahibiyle kurduğu köprüdür. Bu nedenle tarihin hiçbir döneminde insanlık duadan uzak kalmamıştır.

Dua, insanda fıtrî bir olgudur. Bu sebepledir ki bütün dinlerde dua mevcuttur. Üstün bir varlığa inanan her insan şu veya bu şekilde dua eder. İnsanlar yaşamları süresince üstesinden gelemeyecekleri bir çok şeylerle karşılaşmakta keder, sıkıntı, aciz ve ümitsizliklere maruz kalmaktadır. İşte bu nedenle özellikle sıkıntılı zamanlarda Allah’a dua etmek, sadece samimi olarak Allah’a inananlara has bir durum değildir. Allah’a ortak koşanlar da bu gibi durumlarda Allah’a yönelerek O’na dua ederler. (bk. Yunus, 10/12; Lokman, 31/32)

Ürününüzü ve Web Sitenizi Tanıtmak mı İstiyorsunuz? Hemen Yandaki Butona Tıklayıp sizde Google Reklamlarıyla Tanışın



İnsan gibi, duasız toplum da boşluktadır. Dua etme duyarlılığını yitirmiş böyle bir toplumu, genelde de insanlığı hüzünlü ve ümitsiz bir gelecek karşılayacaktır. Bu konuda Dr. Alexis Carrel’in şu sözlerine katılıyoruz: "Ahlaki ve manevi duygular bir toplumun faal unsurları arasında yer alır. Bunlar yok oluşa yönelirse o milletin kesin çöküşü başlamış ve bağlarından koparak yok olmaya giden vasata girilmiş demektir. Bu sebeple dua ihtiyacını kendinde öldüren bir toplum pratikte fesat ve çöküşten korunabilecek unsurlara artık sahip değildir. Hiçbir toplum duayı terk etmesi nedeniyle kendini bu denli ölüme hazırlamamış, çöküş ve alçalmaya maruz kalmamıştır.”

Prof. Dr. Toshihiko İzutsu’nun ise, duaya yaklaşımı şöyledir: "Allah’tan insana doğru olan sözlü konuşma vahiy, insandan Allah’a doğru olan sözlü konuşması ise duadır. Dua insan kalbinin Allah (c.c.) ile konuşması, O’nun nimetini ve yardımını istemesidir. Bu, aşağıdan yukarı (kuldan Allah’a) doğru olan bir sözlü haberleşme çeşididir. Normal olarak insan doğrudan doğruya Allah’a hitabet vasıtasına sahip değildir. Normal kelime alışverişi olabilmesi için iki taraf arasında ontolojik eşitlik bulunmalıdır. Bu, dilin temel prensibidir. İşte bu temel prensibi bozacak bir durum meydana geldiği zaman insan, Allah’a hitap edebilir ve O’nunla konuşma yeteneğine sahip olur. Bu, öyle olağanüstü bir haldir ki, bu halde insan kendi zihnini günlük durumunun üzerinde bulur. Böyle bir durumda insan kafası gerilir gerilir, işte bu noktaya gelince insan, Allah’a doğrudan doğruya söz söyleme noktasına varmış olur. Böyle bir durumda insan normal manada insan değildir. (normali aşmıştır). İşte bu olağanüstü durum içinde geçen böyle bir konuşma olayına "dua" denir."

Duanın önemi hakkında Amerikalı ünlü Psikolog Prof. Dr. William James şunları söylüyor: "Bilim ve teknoloji ne derse desin bana öyle geliyor ki dünyamız varolduğu sürece insanlar dua ve ibadet etmeye devam edeceklerdir."

Duada insan ile Allah arasında bir ilişki vardır. Fakat bu, aynı seviyede bir ilişki değildir. İnsan zayıf, küçük ve sınırlıdır. Allah ise kudreti sonsuz ve sınırsız olandır. Dolayısıyla, bu ilişkide bir şey elde edebilme, kendini keşfedebilme/ispatlayabilme durumunda olan insandır. Bununla ilgili olarak Pakistan’ın milli şairi ve büyük düşünürü Muhammed İkbâl şöyle der: "Dua ve ibadet, ister kişisel, ister toplumsal olsun kainatın dehşet verici sessizliği içinde insanoğlunun kendisine bir cevap bulmak için hissettiği derin hasret ve şiddetli arzusunun ifadesidir. Bu, öyle bir buluşun eşsiz sürecidir ki, onunla gerçeği arayan kendi şahsını inkar ettiği sırada kendisini ispatlamış olur. Böylece, kainatın hayatında dinamik ve faal olarak kendi değerini keşfeder.”

Kur’an’da dua ile ilgili ayetler geniş bir yer tutar. 200 kadar ayet doğrudan doğruya dua konusundadır; ayrıca tevbe, istiğfar gibi kulun Allah’a yönelişini ve O’ndan dileklerini ifade eden çok sayıda ayet de dua ile alakalıdır. Konuyla ilgili ayetlerin bir kısmında insanların Allah’a dua etmeleri emredilmiş, duanın usül, adab ve tesirleri üzerinde durulmuştur. (Örn. bk. Bakara, 2/186; Nisa, 4/32, 117, 134; Araf, 7/29, 55, 180; Yusuf, 12/86; Mü’min, 40/60). Bazı ayetlerde yanlış, yersiz, zamansız ve kabulü olmayan dualardan bahsedilmiştir. (Örn. bk. Bakara, 2/200; Yunus, 10/12, 22, 106; İsra, 17/11; Mü’minûn, 23/99, 100, 106, 107; Kasas, 28/88 Fussilet, 41/51) Bu ayetlerin çoğunda dünyada iken Allah’ı ve O’nun hükümlerini tanımaktan kaçınan, ancak ahirette acı gerçeği anlayıp kötü akıbetleriyle yüzyüze gelince pişmanlık duyacak olanların dünyaya yeniden döndürülmeleri için Allah’a yakarışları anlatılmış, 100’den fazla ayette Peygamberlerin, diğer salih insanların veya toplulukların dualarından söz edilmiştir. İlgili ayetlerde Allah, mü’min(ler)in duasına önem vermekte, kişinin yalnız olmadığını, her türlü şartlar altında onun durumunu bilen ve ona yakın bir Allah bulunduğunu hatırlatmaktadır.

Kur’an’a göre dua, bazen hâl diliyle, bazen de sözlü olarak gerçekleşebilir. Hâl diliyle olan dua için Hz. İbrahim’in ateşe atıldığı esnada yaşadığı hâl örnek verilebilir. O’nunla Allah’a olan teslimiyeti ve güveni çok güçlü bir dua hükmüne geçmiş ve "Ey ateş! İbrahim üzerine soğuk ve selamet ol." (Enbiya, 21/69) İlahi yardımına mucizevi bir şekilde mazhar olmuştur. Kalbteki duyguların lisan aracılığıyla Allah’a ulaştırılması da iki şekilde olabilir. Kul bazen halini arzeder, fakat isteğini söyleyemez. Bazen de hem halini arz eder hem de isteğini dile getirir. Kur’an her ikisine de örnek verir. Birincisine Hz. Eyyüb’ün "Ey Rabbim! Bana yüce katından temiz bir nesil bağışla. Muhakkak ki sen duaları işiticisin." (Âl-i İmran, 3/28)

Ayrıca hadislerde de duanın fazileti, adabı, şartları, kabul edilmesi mümkün olan ve olmayan dualar, dua etmek için en uygun zamanlar (seher vakti, gece yarısı, Kadir gecesi, namaz sonrası, ezanla kamet arası gibi) Hz. Peygamberin çeşitli yerlerde ve zamanlarda, çeşitli durumlarda yaptığı özel dualar hakkında bilgi verilmiştir. (Örneğin yatarken, yataktan kalkınca, namaza başlarken, namaz içinde ve sonrasında, abdest alırken, sefere çıkarken vb. pek çok durumda okuduğu dualar gibi.)

Enes bin Malik (r.a.) Rasulullah (a.s.)’ın çoğu zaman: "Allah’ım! Acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, pislikten, doymayan azgın nefisten, senden korkmayan kalbten, fayda vermeyen ilimden, kabul olunmayan duadan, bunaklık derecesindeki ihtiyarlıktan sana sığınırım. Kabir azabından, hayatın ve ölümün fitnelerinden de sana sığınırım." diye dua ettiğini nakletmektedir. İbn-i Abbas (r.a.) ise, Allah Rasulü’nün üzüntü ve keder anında: "Ey Allah’ım! Senden başka ibadete layık hiçbir ilah yoktur. Azamet ve vakar sahibi ancak sensin. Sen arş-ı azam sahibisin. Sen, ancak göklerin ve yerin sahibi, arş-ı kerimin sahibisin" diye dua ettiğini nakleder. Yine Hz. Peygamberin en çok yaptığı dualar arasında: "Ey Rabbimiz! Bize dünyada da ahirette de iyilik ve güzellik ver. Bizi cehennem azabından koru." (Bakara, 2/201) Bu dua, Fatiha’dan sonra en çok okuduğu dualar arasındadır. Fatiha Suresi, bir dua metni olup Allah’ı veciz bir şekilde tavsif ettikten sonra O’na kulluk ve duada ihlası insanlığın en büyük arayışı olan doğru yola ulaşmanın içten dileklerini benzersiz bir üslupla ifade eden sözleriyle bütün Müslümanların da en çok okudukları dua metni haline gelmiştir.

Allah Resulü (s.a.v.) kendini veya diğer fertleri ilgilendiren dualarda bulunduğu gibi, umumu ilgilendiren istekler ve sıkıntılar sebebiyle de dua ederdi.

Dua eden kişi, gönülden dua etmeli, duasında hayırlı şeyleri isteyerek kendisi de o doğrultuda çaba sarfetmelidir. Kişi, duasında samimiyetini tavırlarıyla da ortaya koymalıdır. Örneğin duasında Allah’ın emirlerine itaat eden samimi bir Müslüman olmayı ifade ediyorsa hareketleriyle de böyle bir Müslüman olma çabası içerisinde olmalıdır. Duanın kabulünde Peygamberimizin şu hadisi ne kadar yerindedir: "İyiliği emretmez, kötülükten sakındırmazsınız. Sonra da dua edersiniz. Duanız nasıl kabul ola."

Hadislerde bildirildiğine göre; bir tehlike veya zulüm karşısında çaresiz kalan kimse, kalbi tamamen hasbî sevgiyle, anne-baba, başkasının iyiliğini isteyen kimse, toplum için çalışan adil başkan, Allah için oruç tutan kimse, duası geri çevrilmeyecek kimselerdendir. Ayrıca duanın bir günahın işlenmesine veya akrabalık ilişkilerinin kesilmesine yönelik olmaması, kabulünde acele edilmemesi gerekir. Çünkü Hz. Peygamber: “Sizden her birinizin duası, acele edilmedikçe kabul olunur.” buyurmuşlardır, ayrıca Kur’an-ı Kerim’de de: “Müminlerin Allah’a dualarının karşılıksız bırakılmayacağı” müjdeleniyor. (Ğafir, 40/60)

Kur’an, duanın adabına ilişkin olarak bize yalnızca sıkıştığımız zaman değil, her zaman ümit ve korku içinde duaya devam etmemizi tavsiye eder. "Gerçekten onlar hayırlı işlere koşarlar, ümit ederek ve endişeli olarak bize dua ederler. Bize derin saygı duyarlar." (Enbiya, 21/90). Ayette ümit ve korku halinde dua etmemiz istenmiştir ki, bundaki amaç ümit halinde korkuyu, korku halinde de ümidi bırakmayarak daima ikisinin denklik noktasını gözeterek dua etmek demektir.

Yine ilgili ayetlerde duanın yalvararak, içtenlikle, kendisi işitecek kadar bir sesle, Allah’ın isimlerinden herhangi birisiyle ve sürekli olarak yapılması buyruluyor. (bk. Araf, 7/55, 205; İsra, 17, 110; Ahzab, 33/41, 42) Rasulullah (s.a.v.) yüksek sesle dua edenleri görünce: "Ey insanlar! Kendinize gelin. Çünkü siz bir sağırı veya uzaktaki birini çağırmıyor, ancak her şeyi işiten ve size çok yakın bulunan birine dua ediyorsunuz. Sizin kendisine dua ettiğiniz size bineğinizin boynundan daha yakındır." Kul duasında Allah ile arasında hiçbir engel olmadığını bilir, dua ederken yalnızca Allah’ı düşünür. Dua eden kulun kalbi, Allah’tan başka bir şeyle meşgul olursa duası amacına ulaşamaz. Çünkü Hz. Peygamber: “Allah kendisinden gafil bir kalbin duasını kabul etmez.” buyurmuştur. Nefsin istekleri Allah’ın dışındaki sevgiler ve amaçlar duayı hedefinden uzaklaştırır.

Allah’a dua etmenin, O’nun rızasına ulaştırıcı olması yanında kul açısından O’na duyulan yakınlık sonucunda, uzak veya yakın, bir çok fayda ve mükafata vesile olacağına dair hayli belge vardır. Kur’an’a göre Allah’a dua edene, Allah karşılık verir. (Mü’min, 40/60; Bakara, 2/186) Allah’ı anan kimseyi Allah da anar. (Bakara, 2/152). Hz. Peygamber’e göre duanın kabulünde birkaç alternatif söz konusudur. Dua edene istediği şey, ya bu dünyada hemen verilir veya ahirete saklanır, yahut üzerinden istediği iyilik kadar bir kötülük giderilir.

Ali Şeriati ise, bu konuda şöyle der: "İnsan içinde bulunduğu zevk-acı, yoksulluk-zenginlik, mutluluk-mutsuzluk dünyasından kaçmak istemekle birlikte, kendi faydasını da yine kendi kısır teşhis imkanıyla belirlemeye kalkması, hayır ve maslahatı gereği istediği şeyleri belirleyememe noktasına düşürmektedir. İşte bu noktada kuşkular, hayretler aşamasında dua etme aşamasına gelmiş kutsal ve yüce bir varlığa doğru ruhsal bir yükselişe karar kılmış duacının her işini Allah’a havale etmesinden başka çaresi yoktur."

Duanın belli bir zamanı yoktur. Ancak hadislerde geçtiği gibi gecenin son üçte birinde, farz namazların sonunda, cihad ederken, ezan ile kamet arasında, yağmur yağarken, secdede iken, seher vakitlerinde (Âl-i İmran, 3/17), Cuma saatlerinde, oruçlunun orucunu açtığı zamanda, Kurban Bayramı arefesinde, Kadir gecesinde yapılacak dualar daha makbüldür, kabul edilme ihtimalleri hayli fazladır.

Kur’an’daki dua ayetleriyle, Peygamberimizin dualarıyla, ya da selef-i salihine ait "me’sur" dualarla dua etmek mümkün olduğu gibi, kendi dilimizle, içimizden geldiği gibi dua etmemiz de mümkündür. Hz. Peygamberin bildirdiğine göre bazı kimselerin duasının kabulünde perde yoktur. Bunlar "mazlumlar, misafirler, babanın çocuğuna duası."

Duanın terapik yönü için ise, Dr. Alexis Carrel’in şu ifadesi oldukça yerinde bir tespittir: "Dua, kanseri de iyileştirebilecek en geçerli bir ilaçtır. Her keskin şeylerden daha keskin ve nüfuz edici bir özelliği vardır."

Ayrıca Carrel, duanın: “İnfilâkî bir tesire sahip olduğunu; bu yolla böbrek iltihabı, ülser, deri, akciğer, kemik veya karın zarı veremi gibi hastalıkları iyileştirdiğini” söylemektedir.

Carrel devamla şunları söylüyor:

"Allah ihtiyacı dua ile gerçek ifadesini bulur. Dua bir ızdırap haykırışıdır. Bir yardım dileği, bir aşk ilahisidir. Etkisi her zaman pozitif yöndedir. Duada, sanki Allah bizi dinliyor ve doğrudan bize cevap veriyor gibidir. Dua ile beklenmedik olaylar ortaya çıkabilir, zihinsel bir denge kurulur. Yalnızlık, güçsüzlük ve gayretimizin faydasızlığı duygusu kaybolur."

Amerikan Tıp Şehri Dallas Hastanesi şeflerinden Dr. Dossey, "İyileştiren Kelimeler, İbadetin Gücü ve Tıbbı Tecrübeler" adlı eserinde dua ve ibadetin tansiyon, kalp sektesi, yara, baş ağrıları ve melankoli, paranoyak vb. hastalıklardan muzdarip kimselere nasıl faydalar sağladığını araştırmalarla açıklıyor. Yine Dossey, dinler ve ibadetler üzerine son 30 senedir yapılmış 130 araştırmadan deliller gösteriyor. "İnsan zihni dua durumuna girdiği zaman, dua edilenlerde güzel şeyler meydana geliyor." diyor. Devamla Dossey: "Kendisine dua edilenin bunu bilmesi; nöroloji, hissiyat ve düşünce ile alakalı beyin sahasıyla bağışıklık sistemleri arasındaki bağları harekete geçirebilir." diyor.

Yüce Allah’ın duayı kabul edeceği ümidi dua edenin üzüntü ve kederini hafifletir. Dayanma gücü ve sabır verir. İçine rahatlama duygusu yayar. Bu nedenle duada şifa vardır. Meditasyon (düşünce terapisi) etkisi yapar. Dünyada olsun, ahirette olsun her iki durumda da mü’min için duada hayır vardır. Mü’minin bu beklentileri, kesinlikle üzüntü ve tasasını hafifletir, hoşnutluk ve huzur duyar. Rasulullah, ashabına üzüntü, keder, tasa, uykusuzluk, öfke, uykuda korku, unutma gibi sıkıntılı durumlarında, dua ile yardım istemelerini tavsiye ederdi. Bir hadislerinde: "Belalar ancak dua ile savuşturulur. Ömür, ancak iyilikle artırılır." buyurmuştur.

Modern toplumlar(!)da görülen ruh bozuklukları ve sinir hastalıkları hep ümidini ve manevi desteğini kaybeden inançsız ve ümitsiz kimseler arasında görülür. İstatistikler de ispat etmektedir ki, intiharların %95’i inancını, ümidini ve manen desteğini yitirmiş kimseler arasında görülür.

Duanın fizyolojik hastalıklara da derman olduğunu hayatımızda müşahede etmişizdir. Tıbbın hiçbir şey yapamadığı durumlarda duanın gücüne şahit olmuşuzdur. Lurd Tıp Enstitüsü her yıl, çoğunlukla tıbbın kendilerine hiçbir şey yapamadığı; fakat duanın mucizevi etkisi ve gücüyle şifa bulan hastaların listesini yayınlar.

Yine özellikle başkası için yapılan duanın kişinin kendisi için yaptığı duadan daha etkili ve verimli olduğu gözlenmektedir. Hasta insanlar için şifa dileme, okuyup üfleme, bazı kutsal mekanları ziyaret etme gibi uygulamaların günümüzde de yaygın bir şekilde devam ettiği göz önüne alınırsa, insanların dini inanç ve dua yoluyla bazı uzvî ve ruhî sorunlarına pratik çözümler bulduklarını, ya da bulacaklarına olan güven ve ümitlerini sürdürdüklerini görüyoruz.

Sonuç itibariyle şunları söylemek gerekir ise:

Dua, kul ile Allah arasındaki diyalog ve iletişimin zirveye taşındığı bir durumdur. İnanç sahibi dua ettikçe Allah’a yaklaşır, inancı artar, kulluk bilinci kuvvetlenir. Bu bağlamda duaya köprü vazifesi yükleyerek diğer ibadetlerimize, günlük ve sosyal hayatımıza çeki-düzen veririz. Böylece hem duamızı bilinçli yapmış olur, hem de manen ölmüş olan sosyal ve ibadet hayatımızı yeniden diriltmiş oluruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder