27 Kasım 2010 Cumartesi

Şeytan ve Cinlerden Korktuğunuzda Yapacağınız duâ

Rabbi euzu bike min hemezatişşeyatin. Ve euzu bike rabbi en yahderun.

Meali: “Ey Rabbim şeytanların vesvese vermelerinden sana sığınırım. Rabbim onların yanımda olmalarından sana sığınırım.” (Muminun–97–98)

Bunu okuyun.

ve gece yatarkende rahatsızlık duyuyorsanız 3 felak 3 nas 1 fatiha okuyun ve uyuyun.
Rahatsızlık veremiyeceklerdir Allah'ın izniyle.

ve Sadece Yaradana Sığının.

Mü'minin Silahı duâdır

“Dua mü’minin silahidir” buyuruyor, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem.
Ve yine, söyle baska bir açiklama getiriyor “DUA” konusuna:
“Dua ibadetin özüdür.”
Bu hadîs-i serîf’in hemen arkasindan su âyet-i kerîmeyi hatirliyoruz:
“Cinni ve insanlari ancak bana kulluk etmeleri için yarattim.”
En basit anlamiyla kulluk, dua ve zikirdir!
En genis anlamiyla kulluk, varolus gayesinin geregini yerine getirmektir.
“Eger kulum, bana ellerini kaldirir da dua ederse, ben o elleri bos olarak geri
çevirmekten hayâ ederim.” buyurur Rabb’imiz.
“BANA DUA EDIN, ICABET EDEYIM”
“Ben, kulumun zanni üzereyim. Artik diledigi gibi düsünsün!…”
Bu ufak anekdotlari da yineledikten sonra “duamiz kabul oluyormu?”
sorusuna cevap arayarak devam ediyoruz.
Siz dua ederken, o duanizin kesinlikle kabul görecegini düsünürseniz, biliniz ki mutlaka isteginiz meydana gelecektir!

En kolay, en ucuz (hatta bedâva) ve en tesirli sey ‘dua’dir.
Iste bu yüzdendir ki, “mü’minin silâhidir” buyurulmustur.
Simdi de, büyüklerimizin dedigi gibi “ettekraru ehsen, velev kâne yüz seksen” diyerek,
dua nedir sualini cevaplamaya çalisalim sevgili okurlar…
Dua’nin kelime mânasi, bir sey istemek, yardim dilemektir.
Bir kimsenin varligina inandigi yüce bir varliktan herhangi bir seyi istemesine ‘dua’,
kendi seviyesinin altinda bir mevkideki birisinden bir sey istemesine ise emir denir.
Dinî mânada dua ise: Kulun Allah-ü Teâlâ’ya ihlasli olarak, ibadet ve kullukta kusur etmeden,
karsiligini beklemek suretiyle belli vakitlerde ellerini Rabb’ina açarak,
O’ndan bir sey istemesine denir. Bu kisa açiklamalardan sonra dua mefhumunu biraz daha açalim ve
onun hakkindaki bazi sorulari cevaplamaya çalisalim.

Dua Nedir?
Kulun zamandan ve mekândan münezzeh olan Âlemlerin Rabb’inden talebi mi?…
Dua, insanin varligindaki ilahî gücün ortaya çikartilmasi tekniginden baska bir sey degildir!
Bu sebeptendir ki; insan, tam bir konsantrasyon ile dua edebildigi takdirde, imkânsizmis gibi
görünen pek çok seyin gerçeklestigini farkedebilir.
Iste bu yüzdendir ki, insanin en güçlü silâhi ‘dua’dir.
Dua mekânizmasindan en büyük verimi almak istiyorsak, özellikle ve öncelikle duanin sekli,
yeri ve zamani konusunda bazi hususlara önem vermek zorundayiz diyor ve
“dua ne zaman yapilir?” sualine geçiyoruz.
Ne zaman dua etmeliyiz?
Her zaman!… Yani insan her zaman ve her yerde dua etmelidir…
Insan sadece bunslimli ve zor anlarinda degil, sevinçli ve huzurlu anlarinda dua etmeli,
bu hallerini Allah’la paylasmali ve sükretmelidir…
Çünkü biliyoruz ki Allah sevinçli anini kendisiyle paylasanin,
zor anlarinda da yardimcisi olmustur…
Özetle aklimiza ne zaman eserse, içimizden ne zaman gelirse, o zaman dua etmeliyiz.
Ayrica bazi özel zamanlar vardir ki, bu zamanlarda edilen dua daha makbul ve
edilen duanin kabulü daha mümkündür.

DUA IÇIN ÖZEL VAKITLER
Ramazan’in 20'sinden sonraki tek geceler.
Muharrem’in 10. gecesi.
Receb’in girdigi gece.
Receb’in 15. gecesi.
Mi’râc gecesi.
Saban ayinin 15. gecesi.
Arefe geceleri.
Ramazan ve Hac Bayramlari geceleri
Cuma günü hutbe saati ile ikindi arasi
Receb’in 27. günü.
Saban’in 15. günü.
Ramazan günleri
Arefe günleri
Muharrem’in 10. günü.
Zilhicce’nin 10. günü

Dua edilen zamanlar, insanin Allah’a olan yakinliginin, dostlugunun ve
Allah’a ne kadar muhtaç oldugunun en açik sekilde anlasildigi anlardir.
Çünkü insan dua ederken, hem Allah’in karsisinda ne kadar aciz ve güçsüz oldugunu anlar,
hem de kendisine Allah’tan baska hiç bir gücün yardiminin olamayacaginin farkina varir.
Insanin duasinin samimiyeti ve içtenligi ise, Allah’tan istedigi seye hissettigi ihtiyaç ile ilgilidir.
Allah Teâlâ bir ayetinde sikinti ve ihtiyaç içinde olanin duasini kabul ettigini bildirir.
“Ya da bunalim ve ihtiyaç içinde olana, kendisine dua ettigi zaman icabet eden,
kötülügü açip gideren ve sizi yeryüzünün halifeleri kilan mi?
Allah ile beraber baska bir ilah mi? Ne az ögüt-alip düsünüyorsunuz.” (Neml Sûresi: 62)
Evet ne zaman dua edileceginden sonra simdi de nasil dua edecegimiz sualini cevaplamaya çalisalim.

Nasil Dua Etmeli?
Allah katinda bize deger kazandiran ‘dua’nin sahih bir düzlemde, dogru bir ölçü ile dillendirilmesi elzem.

Şeytan)Sabah Namazına kalkmak için

Ebû Hüreyre -radıyallahu anh-dan rivâyet olunduğuna göre Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

‘Sizden herhangi biriniz uykuda iken şeytan ense kökünüze üç düğüm atar. Her bir düğümü bağladıkça: “Sen yat yat, daha gece uzundur” diyerek attığı düğümün üzerine eliyle vurur. Eğer bir kimse uykudan uyanır da Allah’ı zikreder, hatırlarsa bu düğümlerden biri çözülür, abdest alırsa biri daha çözülür, namaz kılarsa birisi daha çözülür ve zinde ve neş’eli olarak ve tertemiz bulunarak, sıklet ve tenbellik gibi şeylerden uzak olarak sabaha çıkmış olur. Böyle yapmayıp da güneş doğuncaya kadar gaflet üzere yatarsa vücûdu habîs ve tenbel olarak sabaha çıkmış olur.’

Abdullah bin Mes’ud -radıyallahu anh-dan gelen rivayette ise Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in huzurunda geceden uykuya dalarak tâ güneş doğuncaya kadar uyuyup sabah namazına kalkmayan kimse zikredilse:
“O kimsenin kulağına şeytan işemişdir” buyururlardı.”

Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz:

“Muhakkak sabah namazı ile güneş doğması arasında bulunan rızık taksimi zamanını uykuda geçirmek rızkın bir kısmına mani olur,” buyurmuşlardır.

(duâ) kayıp eşya İçin

İlk önce Abdest Alınır.
Daha sonra 4 rekat istihare namazı kılınacak.
Daha sonra 5 adet para bir beze sarılacak.
ve İbrahim bin edhem ve Ebul Gayyıs Aşşaş hazretlerine her gün 3 ihlas,1 fatiha okunup,Hediye edilecek. ve Netice hasıl olduktan sonra bu paralar bu zatların ruhu için fakirlere tasadduk edilecek.

Zelzele duası

Okunuşu: “Allahümmâğfezni min beyni yedeyye ve min halfi ve an yemini ve an şimâlî ve min fevkî ve eûzü biazametike en uğtâle tahtî.”

Manası: “Allahım, önümden, arkamdan, sağımdan, solumdan, üstümden ve altımdan gelebilecek, afetlerden (zelzele gibi) felaketlerden azametine sığınırım.”

Açıklama: Yüze Peygamberimizin öğretmiş olduğu bu duayı okumuş olan kimse, altı cihetten (önünden, arkasından, sağından, solundan, üstünden ve altından) gelebilecek felaketlerden, bela ve kazalardan Allah’ın yüce kudret ve azametine sığınmış olur.

Kişinin dua okuması, Cenab-ı Allah’tan yardım talep etmesi demektir. Çünkü insan ancak Allah’ın koruması ile bu afetlerden, bela ve kazalardan sağ salim selamete erebilir demek olur vesselam…

Sabah Namazı Yardım.

Ya arkadaşlar bilen varsa eğer bir çaresini bir problemimi açacağım ne zaman sabah namazına kalksam kılıp yattıktan sonra Karabasanlar çok kötü kabuslar görüyorum istisnasız ve Karabasan özellikle çok oluyor ter içinde uyanıyorum çok rahatsızım bu durumdan sabah namazına kalkmaya korkar hale geldim ):

Darlığa düşenler ve işleri bozulanlar için

Temiz kalp ve İmanla 16641 kere (Ya Latif ) ismini tekrarlarsa, Cenab-ı Hak onun için görünmez bir yardımcı yaratır ve işlerini yoluna koyar.

ŞEHİDALLAHU Ayet-i Kerimesi

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
**Şehidallahü ennehu la ilahe illa hüve vel melaiketü ve ülül ilmi kaimen bil kıst,la ilahe illa hüvel azizül hakim.inneddine in’dallahil islam,ve mah’telefellezine utül kitabe illa min ba’di ma caehümül ilmu bağyen beynehüm,ve men yekfur bi ayatillahi fe’innallahe seriul hisab.


Enes(r.a) Resulullah(s.a.v)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

''Her kim bu Ayet-i Kerimeyi uyuyacağı vakit okursa Allah onun için kıyamet gününe kadar kendisine mağfiret dileyecek yetmişbin melek yaratır.''

Bereket için

Her Namaz Sonrası 11 defa şu dua okunur.

İnnalahe hüver'rezzakü zu'l kuvveti'l metin.

Sabır Yolculuğu(1000'den geriye doğru)

Öncellikle Selamün Aleyküm.
1000 den geriye Ya Sabır.

999 Ya Sabır 998 Ya sabır 997 Ya Sabır.
Bu şekilde.
Alta bu şekilde devam edebilirsiniz.
996 Ya Sabır 995 Ya sabır.

Gözdeki Perdeleri kaldırmak için(Tesbih)

Şartlar:
1-Müslüman,Hristiyan ya da Musevi olunması önemli değil...Önemli olan tek şey "TEK BİR TANRI" ya koşulsuz iman etmiş olmak...
2-Bu olaydan geri dönüş olmayacağı için iyice düşünüp net bir karara varmak..

Uyanmaya Hazırlanmak:
10 gün boyunca hayvansal gıdalar alınmayacak...Günde yalnız bir öğün yemek yenecek o da yaşamayı sağlayacak miktarda olacak...Aynı durum su için de geçerli..Yalnızca yaşamayı sağlayacak kadar...Ve bu 10 gün boyunca gece yarısından sabah gün doğuncaya kadar başlamış olduğunuz bu işte tanrıya yalvarmak....Ayrıca bu 10 gün ve sonrasında başlanacak tespih süresince kesinlikle alkol,uyuşturucu ve seksten uzak durulacak...

Tespih Aşamaları:

1-)Yakarış Ve Biyad:

NASIR:Sabah 9'dan,12-15-18-21-24'e verilen saatlerde 67'şer kez 1 hafta boyunca...

SEMİ:Günde 5 kez her seferde 52 şer defa 2 gün boyunca...

MUCİB:Günde 5 kez her seferde 53'er defa 3 gün boyunca...

NUR:Sabah 6 da 360 kez,akşam 6 da 360 kez 10 gün boyunca...Yalnız 360 kez tesbih saat 7 olmadan okunacak yani 1 saat içerisinde..

VEHHAB:Sabah 7'de 63 kez,akşam 7 de 63 kez 9 gün boyunca...Yine 1 saat içinde okunacak...

MÜSTEAN:Günde 50 kez 10 gün boyunca....

Uykuyu Dağıtma-

HABİR:41 kez 1 gün
HALIK:Günde 4 kez 46'şar defa 6 gün...
ALİM:Günde 4 kez 40'ar defa 10 gün...
DA'İ:Sabah 11 akşam 11 de 55'er defa 5 gün...

KESİN UYANIŞ-
CAMİ:Öğlen 12 gece 12 28'er defa 8 gün
BATIN:Günde 5 kez 50'şer defa 10 gün
FALİK:Sabah 6 öğlen 12 akşam 6 gece 12 44'er defa 4 gün..
BASIT:Günde 5 kez 55'er defa 5 gün...
RAFİ:Günde 21 defa 7 gün...
KADİM:Günde 4 kez 12'şer defa 3 gün...
BASİR:Günde 5 kez 15'er defa 3 gün...
BAİS:Günde 33 kez 3 gün...

Duâ ederken Yaptığımız hatalar

Dua ederken insanların bazısının düştüğü birçok hata vardır. Bu hatalar duada haddi aşma babına girer. Bunlardan bazısı:

1) Duanın Şirk Olan Bazı Tevessülleri İçermesi
Yani; Allah’ın dışında bir insana, bir taşa, bir ağaca veya bir cine dua edilmesi gibi. Bu nevi dua haddi aşmanın en çirkinidir. Çünkü dua ibadettir, ibadeti başkasına sarf etmek ise şirktir. Şirk ise, Allah’a asi olmada günahların en büyüğüdür.

2) Duanın Bid’at Tevessülleri İçermesi

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in zatı veya makamı ile tevessül etmek gibi. İşte bu şekil tevessül etmek bid’at bir tevessüldür. Dinin binası, ittiba üzeredir; bid’at üzere değildir. Çünkü bid’at küfrün postacısıdır.

3) Ölümü Temenni Etmek
Bazı insanlar bela arttığı zaman veya katı şartlarla karşılaştığı zaman, Allah’tan kendisini vefat ettirmesini ister, bu hatadır.

Enes (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘Sizden hiç kimse, başına gelen bir zarardan dolayı ölümü temenni etmesin. Eğer mutlaka ölümü isteyecekse şöyle desin: Ey Allah’ım! Yaşamam benim için hayırlı olduğu müddetçe beni yaşat, ölüm benim için hayırlı ise beni vefat ettir’ buyurdu.”

Buhari 5712, Tirmizi 978

4) Duanın -Hâşâ- Allah’ı Sınama Cihetinde Olması

Allah duamı kabul ediyor mu, etmiyor mu, dua edip deneyeceğim demek gibi.

5) Dua Eden Kimsenin Maksadının Bozuk Olması
Yani insanlara övünmek yahut masiyetlerde kullanmak için Allah’tan mal vermesini istemesi veya malının çoğalmasını istemesi gibi.


6) Duanın Kabul Edileceğinde Ümitsizliğe Düşmek
İnsanlardan çoğu, çaresi yok ve şifasız zannedilen kötü bir hastalığa yakalansa, Allah’tan ümidini keser. Allah’ın halleri değiştirmeye kadir olduğuna inançsızlığı sebebiyle de duayı terk ederek Allah’a sığınmaz.

Herhalde şeytan, bu durumdaki kimselerin kalbine dua etmeme ve duanın tedavi için faydası olmayacağı vesvesesini atmaktadır. Sanki onların durumu Allah korusun kanser hastalığına yakalanan kimselerin durumu gibidir ve genelde onların dua etmediğini görürüz.

Bu hastalığın tehlikeli olduğunu ve genelde ölümle sonuçlandığını, dolayısıyla duanın kendisine fayda vermeyeceğini sanır. Belki akrabaları da aynı sebeple hastaya dua etmemektedirler. Bu hareket dua babında bir hatadır.

Bu Allah’a karşı bir ümitsizlik, O’nun veçhinin celaline ve sultasının azametine yakışmaz bir gaflettir. Allah’ı tenzih ederim. Bunlar Allah’ın her şeye kadir olduğunu, işlerin hallinin O’nun elinde olduğunu ve O’nun bir şeye “OL!” dediği vakit o şeyin mutlaka olacağını bilmezler mi? Zararı yazanın, onu gidermeye gücünün yeteceğini ve Allah’ın o kimseye şifa verebileceğini bilmezler mi? Yahut kulun başına gelen bazı sıkıntıları onunla hafifleteceğini bilmezler mi? Yahut bu duanın fazileti sebebiyle, o kimseyi sağlıklı iken bulamadığı hoşnutluk, sebat ve itminan halleriyle rızıklandıracağını bilmezler mi?

Kısırlık veya çocuğun gecikmesi ile imtihan olunan kimselerden bazıları da böyledir. Onlardan kimisi, salih bir zürriyet vermesini isteyip Allah’a dua etmekten yüz çeviriyor.

Bu husustaki gerekçeleri, bunun kendilerine yazılmış bir kader olduğu ve bu iş için duaya gerek yoktur; onun peşine düşmenin hiçbir faydası bulunmamaktadır...(!) iddialarıdır.

Müslüman bir kimseye böyle bir söz yakışmaz. Allah (Azze ve Celle) kısırlığı ve çocuğun gecikmesini takdir etmiştir. Allah insana çocuk bahşetmeye kadirdir. Emir Allah’ın emri, kader Allah’ın kaderidir. Müslüman kardeşim! Allah’ın rahmetinden ümit kesme. Zekeriyya (Aleyhisselam) şöyle demişti:

“Rabbim, bana katından temiz bir zürriyet bağışla, sen duaları işitensin.”

Âl-i İmran 38

Allah-u Teâlâ da ona icâbet etmişti. Bunların tamamı, Zekeriyya (Aleyhisselam) yaşlılığın son haddine ulaştığı ve hanımının da kısır olduğu halde gerçekleşti.

Çocuklarının ıslahından ümit keserek onların lehine, düzelmeleri için onlara duayı terk eden bazı anne ve babaların durumu da aynıdır. Bu durumdaki bir baba:

“Ben çocuğumun ıslah olmasından ümidimi kestim ve onun için dua etmekten de vazgeçtim.” der.

Subhanallah! Allah’ın rahmetinden ümit mi kesiyorsun? Sen bilmiyor musun ki, babanın oğlu için yaptığı dua kabul edilir ve hayırlı dua bir zaman sonra da olsa o kimseye ulaşır.

7) Duayı Gayb İlminde Sâbık Kaderin Yazıldığına Dayandırarak Terk Etmek

Bu bir hatadır. Bu düşüncede şeriatın emrini iptal etmek vardır. Kul, hakkıyla düşünse, duanın Allah’ın geçmiş ilminde kendi için yazılıp takdir edilmiş şeylerden olduğunu bulurdu. Kulun dileğini verse de vermese de Allah (Azze ve Celle) kulun kendisine yoksulluğunu bildirmesini, ihtiyacını izhar etmesini sever ve ona bundan dolayı sevap verir.

İnsanlardan çoğu bu edepten yoksun olarak zâhir sebeplere yapışmayı terk ediyor ve:

“Geçmişte bu hacet benim için takdir edilmişse duaya ihtiyaç yoktur; eğer o hacet geçmişte benim için takdir edilmemişse onu tedarik için duanın faydası yoktur” diyorlar. Oysa Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Eğer sizin duanız olmazsa Rabbim niye size değer versin.”

Furkan 77

Allah, bir kimsenin kaderinde yazılmış şeylere dayanmamasının ve her durumda dua etmesinin kulun Rabbine karşı edeplerinden olduğunu haber verdi. Şüphesiz kul kaderinin olumlu veya olumsuz olduğunu bilemez. Nebiler ve Salihler Rablerine dua etmişler ve takdir edilmiş kaza ve kader gibi şeylere bakmamışlardır. Allah-u Teâlâ şöyle buyurarak onları örnek almamızı emretti:

“Sen onların yoluna uy.”

En’am 50

8) Ey Allah’ım! Senden Kaderimi Geri Çevirmeni İstemiyorum, Ancak Kaderimde Lütuf İstiyorum, Şeklinde Dua Etmek Hatadır

Bize kaderin hayra çevrilmesini istemek caiz kılınmıştır. İnsana isabet eden her bela kendi kaderindendir. İnsan buna teslim olup duayı terk mi eder? Yoksa Allah’ın kaderini Allah’ın diğer bir kaderi ile telafi mi eder?

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor:

“Beni hükmettiğin şeylerin şerrinden koru.”
Ebu Davud 1425, Nesei 1744
Anlamındaki meşhur duada da geldiği gibi Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

“Kaderi duadan başka bir şey geri çeviremez.” buyurmuştur.

Tirmizi 2225, Ahmed 22476

Kul duanın şartlarını yerine getirip mânileri kaldırdığı vakit ziyana uğramaz ve duanın kabul olması Allah katında garantilenmiş olur. Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Kullarım sana beni sorarlarsa, ben onlara yakınım, bana dua ettiği vakit dua edenin duasını kabul ederim. Bana icabet etsinler, bana iman etsinler umulur ki doğru yolu bulurlar.”

Bakara 186
Bir insan: Ben dua ettim, sonra yine birçok kez dua ettim ama bana icabet olunmadı dese, bu kimseye: ‘Biz seni Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in sakındırdığı gibi acelecilikten sakındırıyoruz’ deriz.

Sonra bu kimse bilmez mi ki, Allah-u Teâlâ dua etmesi sebebi ile istediği şeyler mukabilinde kötülükleri def eder. Bilmez mi ki, buna mukabil ona başka hayırlar verir.

Bilmez mi ki, hayır bazen icabetin gecikmesindedir. Yahut Allah-u Teâlâ o kimseye duaya devam etmesi için icabeti geciktirmiştir. Bu sebeple de onun sevabını kat kat artırır. Bunların dışında hakikatini sadece Allah’ın bileceği daha nice büyük hikmetler olabilir.

Okuduklarınızın aklınızda kalması için

Aşşağıda yazacağımı bir su şişesine 40 defa okuyun.
veyat bir bardak suya Nefes ettikten sonra okuduğunuz aklınızda kalır veyat ezberler.

Fe fehhemnâhâ Süleymâne ve küllen âteynâ hukmen ve ılmen ve sehhârnâ mea Dâvudel cibâle yusebbihnâ ve’t-tayra ve künnâ fâilîn. Allâhümme zidnî ilmen.

Ve Ayrıca Sürekli Allah Allah diyerek Zikir yaparsanız bununda faydası çoktur.

Sivilcelere Okunadak Duâ

Merhabalar.
Sivilcelere okunacak Bir duâ yazacağım İnşallah bu çoğu kişide olan Sivilce sorunuda Allah'ın izniyle ortadan kalkmış olucak.
Tabiki Her ergenlik döneminde Sivilce olabilir. ama bazılarınkisi Hastalıktandır. Şimdi bunun için Aşşağıda vereceğim Duâyı okumanız yeterli olucaktır.

(Allahümme musağğıral Kebiri ve mükebbires sağiri!Sağğir mâ bî.)

(Ey büyüğü küçülten ve küçüğü Büyülten Allah'ım ! Bu bendekini Küçült)

Bu duâyı Peygamberimizin Hanımlarından biri kendi elinde çıkan bir sivilceye kendisi okumuştur.
Bu duâyı okudum ve bendeki sivilce söndü.Yani iyileşti dediği rivâyet olmuştur.

Romatizma ve Kalp için(Zikirler ve Sorunlarınız)

Romatizma ve kalp için Esmü hüsnadan Bazı zikirler vereceğim.
Abdestli ve temiz kalp ile içinizden geldiği kadarıyla yapın.

Kalp İçin (En Nur) CC.

Sinirler İçin ( El Muğni) CC.

Romatizma İçin ( El Muhaymmin) CC.


Evet Arkadaşlar Başka Bir sorunlarınız Varsa Konu altına belirtmeniz yeterlidir.

(Zikir yüzüğü) Ve Esrarı

1.ZİKİR YÜZÜĞÜ MANEVİ ALEME HÜKÜM ETMEK İÇİN BİR SENNET’DİR.
2.ZİKİR YÜZÜĞÜ MANEVİ ALEME EMİR VERME YETKİSİ RÜTBE’DİR.
3.ZİKİR YÜZÜĞÜ KORUYUCU ZIRH KALKAN VE ENERJİ ALANI’DIR.
4.ZİKİR YÜZÜĞÜ KERAMET KAPISININ ANAHTARI’DIR.
5.ZİKİR YÜZÜĞÜ TAŞIYAN CİNLER ALEMİNDE KOMUTAN’DIR.
6.ZİKİR YÜZÜĞÜ ŞİFA KAYNAĞI TEDAVİ NUR’U DEPOSUDUR.
7.ZİKİR YUZÜĞÜ SAHİBİNE HİZMET EDEN HUDDAM’DIR.


Evet kısaca anlatmaya çalıştık zikir yüzüğünü,bir çok insan bu ilimden habersiz ve bilgisiz.
Bir çok medyum veya hoca diye kendini adlandıran insanın aslında HİÇ BİR BİLGİ VE HÜKMÜ YOKTUR.!!
Her peygamberin bir asası olduğu gibi (güç kaynağı.güç vesilesi).manevi alemde sözü geçen ve
İtaat edilen biri olmak içinde bir güç ve bir enerji ye sahib olmak gerek.!
İşte bu zikir yüzüğü bu görevi ihva etmektedir,(durduk yere mi yüzük takardı resulallah(s.a.v) sizce????).nitekim bu ilme kur’anda şü ayetle işaret edilmekte; (Derhal onu Süleymana anlattık, bununla berâber her birine bir huküm ve bir ılim vermiştik ve Davudun maıyyetinde dağları müsahhar kılmıştık, kuşlarla beraber tesbih ediyorlardı ve biz bunları yaparız )(enbiya suresi ayet:79).yani dağda değerli taşlar ve madenler vardır ve bunlar onunla birlikte zikir ve tesbih ediyorlardı.!bilinmektedir’ki her zikrin her tesbihin kendine has bir enerji ve titreşim’i vardır.!işte bu enerji ve titreşimler sayesinde(tv,radyo bilgisayar vs) uzağı yakın eder kamera ile dünyayı uzayda izleme olanağı sağlamaktadır.!işte zikir yüzüğü kişinin özeliklerine göre YETKİLİ biri tarafından hazırlanır ve zikirlerle kişiye uygun ayetler ve buhurlar kullanılarak hazırlanır sonra o kişi bu yüzüğü takar ve günlük zikirlerini okursa.!çok kısa zaman (40 gün) içinde birtakım görüntü ve sesler almaya başlar.!o gördükleri onun ordusu onu huddamları(hizmetçileri) olur onlara dilediği gibi hüküm eder ve dilediği işte kullanır ve bilgi alır.!buna yetkili türkiyede inanın bana sadece ve sadece 33 KİŞİ VAR.!!Yani gerisi hep yalancı.!!!Bize bu ilim bize Dedemizden intikal etti.!bu yüzüğü hazırlayabilecek (türkiyede) son kişi kalmam hesabı ile,istedimki bu ilim kayb olmaya yüz tutmuşken kayb bir hazine olarak kalmasın.!bu yüzüğü kullanarak kendini veli ve şeyh ilan eden bazı zatlarda deşifre olsun.!kullanan kişinin becerisine göre bir çok hastalığı sadece 1fatiha okuyarak tedavi ve şifaya kavuştura bilmesine şahit olarak şaşıracak ve bunu bahş eden Allah(c.c)’a bir kez daha şükür içinde secdeye kapanacaksınız.!Ama şunuda belirtmeden geçemiyeceğin kötü ve haram işlerde kullanmamalı eğer kullanılırsa dönüşü olmaz bir yola girmiş olur bu dünyaya karşılık ahreti cenneti kayb etmiş olursunuz unutmamalıki bu dünya hayatı er yada geç bitecek ama ahret yurdu ise baki ve kalıcı dır.!

Kurandaki Sıraya Göre Diyanet Kur'an Meali

Fâtiha Suresi
Bakara Suresi
Âl-i İmrân Suresi
Nisâ Suresi
Mâide Suresi
En'âm Suresi
A'râf Suresi
Enfâl Suresi
Tevbe Suresi
Yûnus Suresi
Hûd Suresi
Yûsuf Suresi
Ra'd Suresi
İbrahim Suresi
Hicr Suresi
Nahl Suresi
İsrâ Suresi
Kehf Suresi
Meryem Suresi
Tâ-Hâ Suresi
Enbiyâ Suresi
Hac Suresi
Mü'minûn Suresi
Nûr Suresi
Furkân Suresi
Şu'arâ Suresi
Neml Suresi
Kasas Suresi
Ankebût Suresi
Rûm Suresi
Lokman Suresi
Secde Suresi
Ahzâb Suresi
Sebe' Suresi
Fâtır Suresi
Yâsîn Suresi
Sâffât Suresi
Sâd Suresi
Zümer Suresi
Mü'min Suresi
Fussilet Suresi
Şûrâ Suresi
Zuhruf Suresi
Duhân Suresi
Câsiye Suresi
Ahkâf Suresi
Muhammed Suresi
Fetih Suresi
Hucurât Suresi
Kâf Suresi
Zâriyât Suresi
Tûr Suresi
Necm Suresi
Kamer Suresi
Rahmân Suresi
Vâkı'a Suresi
Hadîd Suresi
Mücâdele Suresi
Haşr Suresi
Mümtehine Suresi
Saff Suresi
Cum'a Suresi
Münâfikûn Suresi
Teğâbun Suresi
Talâk Suresi
Tahrîm Suresi
Mülk Suresi
Kalem Suresi
Hâkka Suresi
Me'âric Suresi
Nûh Suresi
Cin Suresi
Müzzemmil Suresi
Müddessir Suresi
Kıyâme Suresi
İnsan Suresi
Mürselât Suresi
Nebe' Suresi
Nâzi'ât Suresi
Abese Suresi
Tekvîr Suresi
İnfitâr Suresi
Mutaffifîn Suresi
İnşikâk Suresi
Bürûc Suresi
Târık Suresi
A'lâ Suresi
Ğâşiye Suresi
Fecr Suresi
Beled Suresi
Şems Suresi
Leyl Suresi
Duhâ Suresi
İnşirâh Suresi
Tîn Suresi
Alâk Suresi
Kadr Suresi
Beyyine Suresi
Zilzâl Suresi
Âdiyât Suresi
Kâri'a Suresi
Tekâsür Suresi
Asr Suresi
Hümeze Suresi
Fîl Suresi
Kureyş Suresi
Mâ'ûn Suresi
Kevser Suresi
Kâfirûn Suresi
Nasr Suresi
Tebbet Suresi
İhlâs Suresi
Felâk Suresi
Nâs Suresi

Ayetler ve Sureler

Fâtiha Suresi Meali Bakara Suresi Meali Âl-i İmrân Suresi Meali Nisâ Suresi Meali Mâide Suresi Meali En'âm Suresi Meali A'râf Suresi Meali Enfâl Suresi Meali Tevbe Suresi Meali Yûnus Suresi Meali Hûd Suresi Meali Yûsuf Suresi Meali Ra'd Suresi Meali İbrahim Suresi Meali Hicr Suresi Meali Nahl Suresi Meali İsrâ Suresi Meali Kehf Suresi Meali Meryem Suresi Meali Tâ-Hâ Suresi Meali Enbiyâ Suresi Meali Hac Suresi Meali Mü'minûn Suresi Meali Nûr Suresi Meali Furkân Suresi Meali Şu'arâ Suresi Meali Neml Suresi Meali Kasas Suresi Meali Ankebût Suresi Meali Rûm Suresi Meali Lokman Suresi Meali Secde Suresi Meali Ahzâb Suresi Meali Sebe' Suresi Meali Fâtır Suresi Meali Yâsîn Suresi Meali Sâffât Suresi Meali Sâd Suresi Meali Zümer Suresi Meali Mü'min Suresi Meali Fussilet Suresi Meali Şûrâ Suresi Meali Zuhruf Suresi Meali Duhân Suresi Meali Câsiye Suresi Meali Ahkâf Suresi Meali Muhammed Suresi Meali Fetih Suresi Meali Hucurât Suresi Meali Kâf Suresi Meali Zâriyât Suresi Meali Tûr Suresi Meali Necm Suresi Meali Kamer Suresi Meali Rahmân Suresi Meali Vâkı'a Suresi Meali Hadîd Suresi Meali Mücâdele Suresi Meali Haşr Suresi Meali Mümtehine Suresi Meali Saff Suresi Meali Cum'a Suresi Meali Münâfikûn Suresi Meali Teğâbun Suresi Meali Talâk Suresi Meali Tahrîm Suresi Meali Mülk Suresi Meali Kalem Suresi Meali Hâkka Suresi Meali Me'âric Suresi Meali Nûh Suresi Meali Cin Suresi Meali Müzzemmil Suresi Meali Müddessir Suresi Meali Kıyâme Suresi Meali İnsan Suresi Meali Mürselât Suresi Meali Nebe' Suresi Meali Nâzi'ât Suresi Meali Abese Suresi Meali Tekvîr Suresi Meali İnfitâr Suresi Meali Mutaffifîn Suresi Meali İnşikâk Suresi Meali Bürûc Suresi Meali Târık Suresi Meali A'lâ Suresi Meali Ğâşiye Suresi Meali Fecr Suresi Meali Beled Suresi Meali Şems Suresi Meali Leyl Suresi Meali Duhâ Suresi Meali İnşirâh Suresi Meali Tîn Suresi Meali Alâk Suresi Meali Kadr Suresi Meali Beyyine Suresi Meali Zilzâl Suresi Meali Âdiyât Suresi Meali Kâri'a Suresi Meali Tekâsür Suresi Meali Asr Suresi Meali Hümeze Suresi Meali Fîl Suresi Meali Kureyş Suresi Meali Mâ'ûn Suresi Meali Kevser Suresi Meali Kâfirûn Suresi Meali Nasr Suresi Meali Tebbet Suresi Meali İhlâs Suresi Meali Felâk Suresi Meali Nâs Suresi Meali Sırala: Sıralama Şekli Seçin Alfabetik Sıraya Göre Kur'an'daki Sıraya Göre

Kalp zikri nedir nasıl çekilir?

Hak dostlarının temel prensiplerinden birisi de “Vukuf-i Adedî” dir.

Manası, zikirde mürşidin tespit ettiği sayıya dikkat etmek, ölçüyü korumak, usule uymak, gerçek hedefe yönelmek ve böylece kalbi uyandırıp Yüce Allah ile huzura ulaşmaktır. Kısaca usulünce ilacı içip şifa bulmaktır.Her işte usül esastır. Usül işin temelidir. Arifler şu prensipte söz birliği etmişlerdir: “Usülsüz vusül olmaz.” Yani, usüle uymayan hedefe ulaşamaz.Bu yolda hedef Yüce Allah’tır. Usül ise edebe uymaktır. Edep, lazım olanı yapmaktır. Bu yolda neyin lazım olduğunu rehber belirler. Rehber Kur’an ve Sünnet’tir. Alimler Kur’an ve Sünnet’in tercümanıdır. Yolcuya düşen rehberine uymaktır.
Arifler vukuf-i adedî prensibini Kur’an ve Sünnet’ten almışlardır. Onunla hak yolcularına bir çok edep ve usul öğretmişlerdir. Bu usüller delil ve tecrübeye dayanır. Bu prensibin izahı içinde şu sorulara cevap bulacağız:
GENEL ZİKİR, ÖZEL ZİKİR

Zikirde sayı önemli midir? Herkes istediği şekil, usul ve sayıda Yüce Allah’ı zikredemez mi? Gaye sayı mıdır, zikir midir? Zikirden gaye nedir? Mürşidlerin belirlediği zikrin dışına çıkan bir mürid niçin zarar görür? Çok zikirden zarar gelir mi? Farklı zikir yapan çarpılır mı? Zikir çekmeyen terbiye olmaz mı? Zikir vazifesi ne zaman biter?

Zikir, genel ve özel olarak iki şekilde yapılabilir. Genel zikir bir zaman ve sayı belirlemeden günlük yaşantı içinde devamlı zikir ve fikir halinde olmak ve kalben Allahu Tealâ ile huzur halini muhafaza etmektir. Bu herkesin ilâhi sevgisine, ilmine, terbiyesine, tefekkür kabiliyetine ve manevi nasibine göre değişir. Yatarken, kalkarken, yerken, içerken, vasıtaya binerken, eve, camiye, işyerine girip çıkarken, bir işe başlarken, acı-tatlı olaylarla karşılaşıldığında öğretilen zikirleri yapmak bu kısma girer. Bu tür zikirler günlük virdden ayrıdır, yapılan amelin edebidir.

Özel zikir ise zamanı, sayısı ve şekli belirlenerek yapılan zikirlerdir. Bunların bir kısmını Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz öğretmiştir. Bize onları öğretildiği gibi yapmak düşer. Fayda ve fazilet bundadır. Aksini yapan hayırdan mahrum olur, vebale girer, zarar eder.
ŞEKİL VE SAYILAR NEDEN ÖNEMLİ?

Mesela, Efendimiz s.a.v. farz namazlardan sonra otuzüç’er defa “sübhanellah”, “elhamdülillah” ve “Allahu ekber” zikirlerinin yapılmasını ve bunun “lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerike leh” zikriyle yüze tamamlanmasını tavsiye buyurmuştur. Buna aynen uyulmalıdır. Bu zikirler namazın peşinden yapıldığında sayısı bellidir. Bu sayıdan az veya çok yapmak uygun değildir. Onları otuzbeşe çıkaran kimse zarar ettiği gibi, otuzikide bırakan da zarardadır.

Bazı zikirlerde fazilet sayıya bağlanmıştır. Sayıyı korumayan kimse fazileti kaçırır. Yüce Allah’ı zikirden zarar olmaz diye bu sayıyı artırmaya çalışmak doğru değildir. Bu, şeytanın oyunudur. Çünkü şeytan kula emredilen bir ibadeti hepten terk ettiremezse, onu istenenden az veya çok yaptırarak faziletini yok ettirir. Kulluğun esası, Allah ve Rasülü tarafından istenileni yapmaktır.

Dinimizin vaktini, şeklini ve rekâtlarını belirlediği namazlar da bu kısma girer. Onlarda kendi akıl ve tercihimizle artırma, eksiltme yapamayız. Ezan, kamet, teşrik tekbirleri, telbiye gibi şekli belirtilen zikirler de böyledir.
VİRD NEDİR?

Özel zikirlerin bir kısmı alim ve ariflerce tespit edilmiştir. Bu tür zikirler, yapanların tercihine bırakılmıştır. Onlar, “Allah’ı çokça zikredin” emrine girer. Bu zikirlerin zamanı, sayısı, şekli ve yapılma usulü ariflerin içtihadına dayanmaktadır. Terbiye sahasında müçtehid olan kâmil mürşidlerin içtihat yetkisi vardır. Onlar bu zikirleri bir delil, müşahede ve tecrübeyle ortaya koymuşlardır.

Tasavvuf terbiyesinde işte bu zikre “vird” denir. Vird, her gün belirli zaman dilimi içinde yapılmak üzere belirlenmiş vazifelerdir. Bunlar, “Allah”, “lâ ilâhe illallah” gibi zikir lafızları yanında, namaz, Kur’an, salât u selam, tefekkür, murakabe ve rabıta gibi vazifelerdir. Bu vazifeler dinin övdüğü zikirler ve ameller içinden seçilmiştir. Onları ya ehli olan bir kimse kendi başına seçip uygular. Ya da bu vazifeler bir ehil mürşide tabi olunarak onun nezaretinde yapılır.

Bu zikirleri tek başına yapan kimse alim, arif, kâmil ve tecrübeli olmalıdır. Yoksa işi zor, tehlikesi çok olur. Çünkü zikirler farklı faydaları ve neticeleri olan ilaçlar gibidir. Ehil olmayan kimse kalbe ilaç olacak zikri seçerken yanılabilir, uygulamada yanlışlık yapabilir, sırayı karıştırabilir. Ayrıca, tek başına çekilen bir zikre şeytan müdahele edip edebini çiğnetebilir, safiyetini bozabilir, hedefini değiştirebilir.

Kâmil bir mürşidin terbiyesine giren kimse ise bu tür durumlarla yalnız değildir. Kâmil mürşid, manevi hastalıklarda mütehassıs doktordur. O, hangi manevi hastalığa ne tür bir zikrin ilaç olacağını bilir.

Günlük vird ilaç gibidir. Bu ilacın ne zaman ne kadar alınacağını manevi doktor olan mürşid belirler. Hastaya ilacı reçeteye uygun olarak içmek düşer. Kâmil mürşid, vird verdiği kimseye sevgi ve feyiz de verir. Onu kontrol eder. Dua ile destekler. Şeytanın tuzaklarını tanır, hilelerini bilir. Onun zikri kullanıp müridi düşürebileceği benlik, ibadetine güvenme, insanları küçük görme, Allah rızasını unutup keşif keramet gibi şeylere yönelme tehlikelerine karşı tedbir alır.

Mürşidin feyzi ve faydası müritteki samimiyet, itaat, gayret ve edebe bağlıdır. Mürşidin verdiği zikri beğenmeyen, onu yeterli görmeyip az veya çok bulan, başka zikirlere heves eden kimse, gizli bir muhalefet içindedir. Bunda ayrıca mürşidine karşı bir itimatsızlık ve ciddiyetsizlik mevcuttur. Bu durumdaki bir kimsenin mürşidden alacağı feyzi kesilir, kalbi karışır, terbiye yolu tıkanır, amel aşkı söner, hizmet heyecanı biter. Eğer durumunu mürşidi ile istişare etmez ise, bir zaman sonra onu terk eder; aklı, nefsi ve şeytanı ile baş başa kalırZİKİRDE ASIL HEDEF

Arifler, zikirde verilen sayıya dikkat etmekle birlikte, asıl hedefin sayı değil, kalp huzuru ve ahlâk güzelliği olduğunu belirtmişlerdir. Büyük veli Alauddin Attar k.s. zikirden maksadın ne olduğunu şöyle açıklar:

“Zikirde sayının çok olması önemli değildir. Asıl önemli olan, kalbin zikrettiği Yüce Rabbi ile huzur bulmasıdır. Zikrin fayda vermesi ve kulda eserini göstermesi için bu gerekir. Zikrin tesiri önce kalpte, sonra bedende olur. Gerçek zikir kalpte Allah’tan gayri her şeyi siler, temizler. Kalpte ilâhi cezbe, aşk, tecelli ve birlik hasıl olur. Bu zikir sayesinde insan ilâhi tecellilere ulaşır, marifete erişir, ilm-i ledün sahibi olur.”

Nakşî yolunun piri Şah-ı Nakşibend k.s. de vukuf-i adedîyi ledün ilminin başlangıcı görür ve der ki:

“Gizli zikri bu usul üzere çekenler, bütün benliklerinde Yüce Allah’ın azametini hissederler, O’nun tecellilerini bütün eşyada müşahede ederler.”

Bu neticeye uygun olarak arifler zikri tek sayılar üzerinde yapmayı tavsiye ederler. Mesela bir nefeste üç, beş, yedi veya yirmi bir kere zikretmeli, zikri tek sayılarda bitirmelidir.NE ZAMANA KADAR ZİKİR?

Arifler der ki: Zikrin sayısı ve şekli değişebilir, fakat kuldan hiçbir zaman zikir vazifesi düşmez. Bu vazife ölene kadar sürer. Berzah ve ahiret aleminde de devam eder. Ayrıca, zikir ne kadar yüksek olursa olsun, kuldan hiçbir ibadeti düşürmez. Gerçek zikir, ibadetlere lezzet katar, kalbi destekler, kulu istikamet üzere tutar.

Bazıları, her şey zikirden ibarettir diyerek, bütün ibadetleri terk etmişlerdir. Bu büyük bir hatadır. Böyle düşünmek haramdır. ‘Biz zikir ile ulaşacağımız yere ulaştık, artık namaz, oruç, hac gibi ibadetlere gerek yok. Haramlar da bize zarar vermez, asıl hedef kalp huzurudur’ diyenlere büyük veli Cüneyd-i Bağdadi k.s. şu cevabı vermiştir:

- Evet ulaştılar, ama cehennem ateşine! (İbnu Acibe, İkazu’l-Himem)

Şu uyarı da onun:

“İşin başında Allah ile arasındaki hukuku sağlam ve güzel yapmayan kimse, manen ilerleyemez. Bu vazifelerin başında farzları yapmak, haramlardan kaçınmak, günlük virdlere devam etmek, fazilet olan işlere sarılmak, şüphelerden kaçınmak gelir. Kim bunları yerine getirirse, bundan sonrasını Allah kendisine ikram eder.” (Hânî, el-Kevakibü’d-Dürriyye)

Büyükler, kim mürşidinin sırrına ulaşmak istiyorsa virde sarılsın. Çünkü mürşidin sırrı onda gizlidir, demişlerdir.

Bir adam Cüneyd-i Bağdadi k.s.’nin elinde tesbih gördü. Hayret etti ve: “Sen bu derece yüksek şeref ve makam sahibi bir insan iken, hâlâ elinde tesbih mi taşıyorsun?” diye sordu. Büyük arif adama döndü ve dedi ki:

- Evet tesbih taşıyorum. O benim bu makamlara ulaşma sebebimdir. Onu hiçbir zaman terk etmem.” (İkazu’l-Himem)

Sabit el-Benanî k.s.’nin oğlu anlatır:

Vefatı yaklaştığında babamın yanına vardım. Kendisine kelime-i tevhidi telkin etmek istedim. “Babacığım lâ ilahe illallah de!” diye hatırlatmada bulundum. Bana dönerek: “Oğlum! Beni kendi halime bırak. Ben şu anda günlük altıncı virdimi yapmakla meşgulüm.” dedi. (İbnu’l-Cevzî, Sıfatu’s-Safve
Sultanımız Gavs-ı sani Haz. k.s Buyurdular...

“Zikre devam ediniz, virde önem veriniz. Çünkü kalbin tek ilacı zikirdir. Kur’an okumak, salâvat çekmek, hizmet etmek sevaptır; fakat bunlar kalbe ilaç olmaz, nefsin çirkin sıfatlarını değiştirmez. Nefsi ancak zikir terbiye eder.”

Bütün Allah dostları dostluk liyakatini zikir ve edeple almışlardır. Bizler de bu şereften nasiplenmek istiyorsak aynı yolu takip etmeliyizGİZLİ ZİKİR: ZİKRİN EN HAYIRLISI

Zikirde esas olan gizliliktir. Çünkü zikredilen zat Allahu Tealâ’dır. O, kula şahdamarından daha yakındır. Bir defasında yolculuk esnasında Ashab-ı Kiram’ın yüksek sesle tekbir getirdiğini işiten Rasulullah A.S. Efendimiz, onları şu şekilde uyarmıştır:

“Böyle sesinizi yükseltip kendinizi yormayın. Siz kulağı sağır veya uzaktaki birisini çağırmıyorsunuz. Sizler, gizli açık her şeyinizi işiten, size çok yakın olan ve hep sizinle beraber bulanan Allah’ı zikrediyorsunuz.” (Buharî, Müslim, Ebu Davud)

Cenab-ı Hak kulun kalbine nazar etmekte ve onun içinden geçen düşünceleri bilmektedir. Bu durumda sesi yükseltip O’na bir şey duyurmaya hacet yoktur. Esas mesele kalbin uyanması ve Allah’a yönelmesidir.

Gizli zikir iki şekilde olur. Birincisi sadece kalple yapılır, ikincisi kalp ve dille yapılır. Ancak dilin katıldığı zikirde ses yükseltilmez, sadece kendi duyacağı kadar söylenir. Gizli zikir Rasulullah A.S. Efendimiz tarafından en hayırlı zikir olarak tanıtılmıştır. (Ahmed, Ebu Ya’la, İbnu Hıbban)

Kudsî hadiste, “Kulum beni gizlice içinden zikrederse, ben de onu zatımda zikrederim.” buyurulmuştur. (Buharî, Müslim)

Gizli zikri tercih eden arifler, işe kalpten başlamaktadır. Zikir ilk safhada sadece kalp ile yapılmaktadır. Zikir için Allah lafzı tercih edilmektedir. Dil damağa yapışık halde tutulup, kalp ile “Allah... Allah...” diyerek zikir çekilmektedir. Allah lafzı, Alemlerin Rabbi Yüce Yaratıcımız’ın özel ismidir. Diğer bütün ilâhi isimleri içinde toplamaktadır. Bu ism-i şerifle zikir çekildiğinde, bütün ilâhi isimlerin tecellisine ulaşılmış olmaktadır. Bu zikir kalp, ruh, sır, hafi, ahfa ve nefs latifeleri üzerinde çekilerek vücuda tam yerleştiği zaman, zikirlerin en faziletlisi olan “lâ ilâhe illallah” zikrine geçilmektedir. Ancak bu zikir kalp ve dil ile birlikte çekilmekte ve böylece bütün vücut zikre katılmış olmaktadır.
Gavs-ı Sânî (k.s) Hz.leri, bir sohbetlerinde zikir hakkında şöyle buyurdular:

“Zikir kalbin gıdasıdır; gıdasını almayan kalp zayıflar, sonra ölür. Kalp ancak zikir ile beslenir, kuvvetlenir, tatlanır, manen hayat bulur. Haramlar ve işlenen günahlar ise, şeytanın gıdasıdır. İşlenen günahlar, insanın kalbini zayıflatır; onun düşmanı olan nefsi ve şeytanı kuvvetlendirir. Bu nedenle, insanın içinde kalp, nefis ve şeytan devamlı mücadele hâlindedir. Rabbü’l-Alemin:

“Dikkat edin, uyanık olun; kalpler ancak Allah’ın zikriyle huzur bulur,” buyurmuştur.” Ra'd 28

Kalp zikri nedir nasıl çekilir?

Hak dostlarının temel prensiplerinden birisi de “Vukuf-i Adedî” dir.

Manası, zikirde mürşidin tespit ettiği sayıya dikkat etmek, ölçüyü korumak, usule uymak, gerçek hedefe yönelmek ve böylece kalbi uyandırıp Yüce Allah ile huzura ulaşmaktır. Kısaca usulünce ilacı içip şifa bulmaktır.Her işte usül esastır. Usül işin temelidir. Arifler şu prensipte söz birliği etmişlerdir: “Usülsüz vusül olmaz.” Yani, usüle uymayan hedefe ulaşamaz.Bu yolda hedef Yüce Allah’tır. Usül ise edebe uymaktır. Edep, lazım olanı yapmaktır. Bu yolda neyin lazım olduğunu rehber belirler. Rehber Kur’an ve Sünnet’tir. Alimler Kur’an ve Sünnet’in tercümanıdır. Yolcuya düşen rehberine uymaktır.
Arifler vukuf-i adedî prensibini Kur’an ve Sünnet’ten almışlardır. Onunla hak yolcularına bir çok edep ve usul öğretmişlerdir. Bu usüller delil ve tecrübeye dayanır. Bu prensibin izahı içinde şu sorulara cevap bulacağız:
GENEL ZİKİR, ÖZEL ZİKİR

Zikirde sayı önemli midir? Herkes istediği şekil, usul ve sayıda Yüce Allah’ı zikredemez mi? Gaye sayı mıdır, zikir midir? Zikirden gaye nedir? Mürşidlerin belirlediği zikrin dışına çıkan bir mürid niçin zarar görür? Çok zikirden zarar gelir mi? Farklı zikir yapan çarpılır mı? Zikir çekmeyen terbiye olmaz mı? Zikir vazifesi ne zaman biter?

Zikir, genel ve özel olarak iki şekilde yapılabilir. Genel zikir bir zaman ve sayı belirlemeden günlük yaşantı içinde devamlı zikir ve fikir halinde olmak ve kalben Allahu Tealâ ile huzur halini muhafaza etmektir. Bu herkesin ilâhi sevgisine, ilmine, terbiyesine, tefekkür kabiliyetine ve manevi nasibine göre değişir. Yatarken, kalkarken, yerken, içerken, vasıtaya binerken, eve, camiye, işyerine girip çıkarken, bir işe başlarken, acı-tatlı olaylarla karşılaşıldığında öğretilen zikirleri yapmak bu kısma girer. Bu tür zikirler günlük virdden ayrıdır, yapılan amelin edebidir.

Özel zikir ise zamanı, sayısı ve şekli belirlenerek yapılan zikirlerdir. Bunların bir kısmını Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz öğretmiştir. Bize onları öğretildiği gibi yapmak düşer. Fayda ve fazilet bundadır. Aksini yapan hayırdan mahrum olur, vebale girer, zarar eder.
ŞEKİL VE SAYILAR NEDEN ÖNEMLİ?

Mesela, Efendimiz s.a.v. farz namazlardan sonra otuzüç’er defa “sübhanellah”, “elhamdülillah” ve “Allahu ekber” zikirlerinin yapılmasını ve bunun “lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerike leh” zikriyle yüze tamamlanmasını tavsiye buyurmuştur. Buna aynen uyulmalıdır. Bu zikirler namazın peşinden yapıldığında sayısı bellidir. Bu sayıdan az veya çok yapmak uygun değildir. Onları otuzbeşe çıkaran kimse zarar ettiği gibi, otuzikide bırakan da zarardadır.

Bazı zikirlerde fazilet sayıya bağlanmıştır. Sayıyı korumayan kimse fazileti kaçırır. Yüce Allah’ı zikirden zarar olmaz diye bu sayıyı artırmaya çalışmak doğru değildir. Bu, şeytanın oyunudur. Çünkü şeytan kula emredilen bir ibadeti hepten terk ettiremezse, onu istenenden az veya çok yaptırarak faziletini yok ettirir. Kulluğun esası, Allah ve Rasülü tarafından istenileni yapmaktır.

Dinimizin vaktini, şeklini ve rekâtlarını belirlediği namazlar da bu kısma girer. Onlarda kendi akıl ve tercihimizle artırma, eksiltme yapamayız. Ezan, kamet, teşrik tekbirleri, telbiye gibi şekli belirtilen zikirler de böyledir.
VİRD NEDİR?

Özel zikirlerin bir kısmı alim ve ariflerce tespit edilmiştir. Bu tür zikirler, yapanların tercihine bırakılmıştır. Onlar, “Allah’ı çokça zikredin” emrine girer. Bu zikirlerin zamanı, sayısı, şekli ve yapılma usulü ariflerin içtihadına dayanmaktadır. Terbiye sahasında müçtehid olan kâmil mürşidlerin içtihat yetkisi vardır. Onlar bu zikirleri bir delil, müşahede ve tecrübeyle ortaya koymuşlardır.

Tasavvuf terbiyesinde işte bu zikre “vird” denir. Vird, her gün belirli zaman dilimi içinde yapılmak üzere belirlenmiş vazifelerdir. Bunlar, “Allah”, “lâ ilâhe illallah” gibi zikir lafızları yanında, namaz, Kur’an, salât u selam, tefekkür, murakabe ve rabıta gibi vazifelerdir. Bu vazifeler dinin övdüğü zikirler ve ameller içinden seçilmiştir. Onları ya ehli olan bir kimse kendi başına seçip uygular. Ya da bu vazifeler bir ehil mürşide tabi olunarak onun nezaretinde yapılır.

Bu zikirleri tek başına yapan kimse alim, arif, kâmil ve tecrübeli olmalıdır. Yoksa işi zor, tehlikesi çok olur. Çünkü zikirler farklı faydaları ve neticeleri olan ilaçlar gibidir. Ehil olmayan kimse kalbe ilaç olacak zikri seçerken yanılabilir, uygulamada yanlışlık yapabilir, sırayı karıştırabilir. Ayrıca, tek başına çekilen bir zikre şeytan müdahele edip edebini çiğnetebilir, safiyetini bozabilir, hedefini değiştirebilir.

Kâmil bir mürşidin terbiyesine giren kimse ise bu tür durumlarla yalnız değildir. Kâmil mürşid, manevi hastalıklarda mütehassıs doktordur. O, hangi manevi hastalığa ne tür bir zikrin ilaç olacağını bilir.

Günlük vird ilaç gibidir. Bu ilacın ne zaman ne kadar alınacağını manevi doktor olan mürşid belirler. Hastaya ilacı reçeteye uygun olarak içmek düşer. Kâmil mürşid, vird verdiği kimseye sevgi ve feyiz de verir. Onu kontrol eder. Dua ile destekler. Şeytanın tuzaklarını tanır, hilelerini bilir. Onun zikri kullanıp müridi düşürebileceği benlik, ibadetine güvenme, insanları küçük görme, Allah rızasını unutup keşif keramet gibi şeylere yönelme tehlikelerine karşı tedbir alır.

Mürşidin feyzi ve faydası müritteki samimiyet, itaat, gayret ve edebe bağlıdır. Mürşidin verdiği zikri beğenmeyen, onu yeterli görmeyip az veya çok bulan, başka zikirlere heves eden kimse, gizli bir muhalefet içindedir. Bunda ayrıca mürşidine karşı bir itimatsızlık ve ciddiyetsizlik mevcuttur. Bu durumdaki bir kimsenin mürşidden alacağı feyzi kesilir, kalbi karışır, terbiye yolu tıkanır, amel aşkı söner, hizmet heyecanı biter. Eğer durumunu mürşidi ile istişare etmez ise, bir zaman sonra onu terk eder; aklı, nefsi ve şeytanı ile baş başa kalırZİKİRDE ASIL HEDEF

Arifler, zikirde verilen sayıya dikkat etmekle birlikte, asıl hedefin sayı değil, kalp huzuru ve ahlâk güzelliği olduğunu belirtmişlerdir. Büyük veli Alauddin Attar k.s. zikirden maksadın ne olduğunu şöyle açıklar:

“Zikirde sayının çok olması önemli değildir. Asıl önemli olan, kalbin zikrettiği Yüce Rabbi ile huzur bulmasıdır. Zikrin fayda vermesi ve kulda eserini göstermesi için bu gerekir. Zikrin tesiri önce kalpte, sonra bedende olur. Gerçek zikir kalpte Allah’tan gayri her şeyi siler, temizler. Kalpte ilâhi cezbe, aşk, tecelli ve birlik hasıl olur. Bu zikir sayesinde insan ilâhi tecellilere ulaşır, marifete erişir, ilm-i ledün sahibi olur.”

Nakşî yolunun piri Şah-ı Nakşibend k.s. de vukuf-i adedîyi ledün ilminin başlangıcı görür ve der ki:

“Gizli zikri bu usul üzere çekenler, bütün benliklerinde Yüce Allah’ın azametini hissederler, O’nun tecellilerini bütün eşyada müşahede ederler.”

Bu neticeye uygun olarak arifler zikri tek sayılar üzerinde yapmayı tavsiye ederler. Mesela bir nefeste üç, beş, yedi veya yirmi bir kere zikretmeli, zikri tek sayılarda bitirmelidir.NE ZAMANA KADAR ZİKİR?

Arifler der ki: Zikrin sayısı ve şekli değişebilir, fakat kuldan hiçbir zaman zikir vazifesi düşmez. Bu vazife ölene kadar sürer. Berzah ve ahiret aleminde de devam eder. Ayrıca, zikir ne kadar yüksek olursa olsun, kuldan hiçbir ibadeti düşürmez. Gerçek zikir, ibadetlere lezzet katar, kalbi destekler, kulu istikamet üzere tutar.

Bazıları, her şey zikirden ibarettir diyerek, bütün ibadetleri terk etmişlerdir. Bu büyük bir hatadır. Böyle düşünmek haramdır. ‘Biz zikir ile ulaşacağımız yere ulaştık, artık namaz, oruç, hac gibi ibadetlere gerek yok. Haramlar da bize zarar vermez, asıl hedef kalp huzurudur’ diyenlere büyük veli Cüneyd-i Bağdadi k.s. şu cevabı vermiştir:

- Evet ulaştılar, ama cehennem ateşine! (İbnu Acibe, İkazu’l-Himem)

Şu uyarı da onun:

“İşin başında Allah ile arasındaki hukuku sağlam ve güzel yapmayan kimse, manen ilerleyemez. Bu vazifelerin başında farzları yapmak, haramlardan kaçınmak, günlük virdlere devam etmek, fazilet olan işlere sarılmak, şüphelerden kaçınmak gelir. Kim bunları yerine getirirse, bundan sonrasını Allah kendisine ikram eder.” (Hânî, el-Kevakibü’d-Dürriyye)

Büyükler, kim mürşidinin sırrına ulaşmak istiyorsa virde sarılsın. Çünkü mürşidin sırrı onda gizlidir, demişlerdir.

Bir adam Cüneyd-i Bağdadi k.s.’nin elinde tesbih gördü. Hayret etti ve: “Sen bu derece yüksek şeref ve makam sahibi bir insan iken, hâlâ elinde tesbih mi taşıyorsun?” diye sordu. Büyük arif adama döndü ve dedi ki:

- Evet tesbih taşıyorum. O benim bu makamlara ulaşma sebebimdir. Onu hiçbir zaman terk etmem.” (İkazu’l-Himem)

Sabit el-Benanî k.s.’nin oğlu anlatır:

Vefatı yaklaştığında babamın yanına vardım. Kendisine kelime-i tevhidi telkin etmek istedim. “Babacığım lâ ilahe illallah de!” diye hatırlatmada bulundum. Bana dönerek: “Oğlum! Beni kendi halime bırak. Ben şu anda günlük altıncı virdimi yapmakla meşgulüm.” dedi. (İbnu’l-Cevzî, Sıfatu’s-Safve
Sultanımız Gavs-ı sani Haz. k.s Buyurdular...

“Zikre devam ediniz, virde önem veriniz. Çünkü kalbin tek ilacı zikirdir. Kur’an okumak, salâvat çekmek, hizmet etmek sevaptır; fakat bunlar kalbe ilaç olmaz, nefsin çirkin sıfatlarını değiştirmez. Nefsi ancak zikir terbiye eder.”

Bütün Allah dostları dostluk liyakatini zikir ve edeple almışlardır. Bizler de bu şereften nasiplenmek istiyorsak aynı yolu takip etmeliyizGİZLİ ZİKİR: ZİKRİN EN HAYIRLISI

Zikirde esas olan gizliliktir. Çünkü zikredilen zat Allahu Tealâ’dır. O, kula şahdamarından daha yakındır. Bir defasında yolculuk esnasında Ashab-ı Kiram’ın yüksek sesle tekbir getirdiğini işiten Rasulullah A.S. Efendimiz, onları şu şekilde uyarmıştır:

“Böyle sesinizi yükseltip kendinizi yormayın. Siz kulağı sağır veya uzaktaki birisini çağırmıyorsunuz. Sizler, gizli açık her şeyinizi işiten, size çok yakın olan ve hep sizinle beraber bulanan Allah’ı zikrediyorsunuz.” (Buharî, Müslim, Ebu Davud)

Cenab-ı Hak kulun kalbine nazar etmekte ve onun içinden geçen düşünceleri bilmektedir. Bu durumda sesi yükseltip O’na bir şey duyurmaya hacet yoktur. Esas mesele kalbin uyanması ve Allah’a yönelmesidir.

Gizli zikir iki şekilde olur. Birincisi sadece kalple yapılır, ikincisi kalp ve dille yapılır. Ancak dilin katıldığı zikirde ses yükseltilmez, sadece kendi duyacağı kadar söylenir. Gizli zikir Rasulullah A.S. Efendimiz tarafından en hayırlı zikir olarak tanıtılmıştır. (Ahmed, Ebu Ya’la, İbnu Hıbban)

Kudsî hadiste, “Kulum beni gizlice içinden zikrederse, ben de onu zatımda zikrederim.” buyurulmuştur. (Buharî, Müslim)

Gizli zikri tercih eden arifler, işe kalpten başlamaktadır. Zikir ilk safhada sadece kalp ile yapılmaktadır. Zikir için Allah lafzı tercih edilmektedir. Dil damağa yapışık halde tutulup, kalp ile “Allah... Allah...” diyerek zikir çekilmektedir. Allah lafzı, Alemlerin Rabbi Yüce Yaratıcımız’ın özel ismidir. Diğer bütün ilâhi isimleri içinde toplamaktadır. Bu ism-i şerifle zikir çekildiğinde, bütün ilâhi isimlerin tecellisine ulaşılmış olmaktadır. Bu zikir ka
Hak dostlarının temel prensiplerinden birisi de “Vukuf-i Adedî” dir.

Manası, zikirde mürşidin tespit ettiği sayıya dikkat etmek, ölçüyü korumak, usule uymak, gerçek hedefe yönelmek ve böylece kalbi uyandırıp Yüce Allah ile huzura ulaşmaktır. Kısaca usulünce ilacı içip şifa bulmaktır.Her işte usül esastır. Usül işin temelidir. Arifler şu prensipte söz birliği etmişlerdir: “Usülsüz vusül olmaz.” Yani, usüle uymayan hedefe ulaşamaz.Bu yolda hedef Yüce Allah’tır. Usül ise edebe uymaktır. Edep, lazım olanı yapmaktır. Bu yolda neyin lazım olduğunu rehber belirler. Rehber Kur’an ve Sünnet’tir. Alimler Kur’an ve Sünnet’in tercümanıdır. Yolcuya düşen rehberine uymaktır.
Arifler vukuf-i adedî prensibini Kur’an ve Sünnet’ten almışlardır. Onunla hak yolcularına bir çok edep ve usul öğretmişlerdir. Bu usüller delil ve tecrübeye dayanır. Bu prensibin izahı içinde şu sorulara cevap bulacağız:
GENEL ZİKİR, ÖZEL ZİKİR

Zikirde sayı önemli midir? Herkes istediği şekil, usul ve sayıda Yüce Allah’ı zikredemez mi? Gaye sayı mıdır, zikir midir? Zikirden gaye nedir? Mürşidlerin belirlediği zikrin dışına çıkan bir mürid niçin zarar görür? Çok zikirden zarar gelir mi? Farklı zikir yapan çarpılır mı? Zikir çekmeyen terbiye olmaz mı? Zikir vazifesi ne zaman biter?

Zikir, genel ve özel olarak iki şekilde yapılabilir. Genel zikir bir zaman ve sayı belirlemeden günlük yaşantı içinde devamlı zikir ve fikir halinde olmak ve kalben Allahu Tealâ ile huzur halini muhafaza etmektir. Bu herkesin ilâhi sevgisine, ilmine, terbiyesine, tefekkür kabiliyetine ve manevi nasibine göre değişir. Yatarken, kalkarken, yerken, içerken, vasıtaya binerken, eve, camiye, işyerine girip çıkarken, bir işe başlarken, acı-tatlı olaylarla karşılaşıldığında öğretilen zikirleri yapmak bu kısma girer. Bu tür zikirler günlük virdden ayrıdır, yapılan amelin edebidir.

Özel zikir ise zamanı, sayısı ve şekli belirlenerek yapılan zikirlerdir. Bunların bir kısmını Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz öğretmiştir. Bize onları öğretildiği gibi yapmak düşer. Fayda ve fazilet bundadır. Aksini yapan hayırdan mahrum olur, vebale girer, zarar eder.
ŞEKİL VE SAYILAR NEDEN ÖNEMLİ?

Mesela, Efendimiz s.a.v. farz namazlardan sonra otuzüç’er defa “sübhanellah”, “elhamdülillah” ve “Allahu ekber” zikirlerinin yapılmasını ve bunun “lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerike leh” zikriyle yüze tamamlanmasını tavsiye buyurmuştur. Buna aynen uyulmalıdır. Bu zikirler namazın peşinden yapıldığında sayısı bellidir. Bu sayıdan az veya çok yapmak uygun değildir. Onları otuzbeşe çıkaran kimse zarar ettiği gibi, otuzikide bırakan da zarardadır.

Bazı zikirlerde fazilet sayıya bağlanmıştır. Sayıyı korumayan kimse fazileti kaçırır. Yüce Allah’ı zikirden zarar olmaz diye bu sayıyı artırmaya çalışmak doğru değildir. Bu, şeytanın oyunudur. Çünkü şeytan kula emredilen bir ibadeti hepten terk ettiremezse, onu istenenden az veya çok yaptırarak faziletini yok ettirir. Kulluğun esası, Allah ve Rasülü tarafından istenileni yapmaktır.

Dinimizin vaktini, şeklini ve rekâtlarını belirlediği namazlar da bu kısma girer. Onlarda kendi akıl ve tercihimizle artırma, eksiltme yapamayız. Ezan, kamet, teşrik tekbirleri, telbiye gibi şekli belirtilen zikirler de böyledir.
VİRD NEDİR?

Özel zikirlerin bir kısmı alim ve ariflerce tespit edilmiştir. Bu tür zikirler, yapanların tercihine bırakılmıştır. Onlar, “Allah’ı çokça zikredin” emrine girer. Bu zikirlerin zamanı, sayısı, şekli ve yapılma usulü ariflerin içtihadına dayanmaktadır. Terbiye sahasında müçtehid olan kâmil mürşidlerin içtihat yetkisi vardır. Onlar bu zikirleri bir delil, müşahede ve tecrübeyle ortaya koymuşlardır.

Tasavvuf terbiyesinde işte bu zikre “vird” denir. Vird, her gün belirli zaman dilimi içinde yapılmak üzere belirlenmiş vazifelerdir. Bunlar, “Allah”, “lâ ilâhe illallah” gibi zikir lafızları yanında, namaz, Kur’an, salât u selam, tefekkür, murakabe ve rabıta gibi vazifelerdir. Bu vazifeler dinin övdüğü zikirler ve ameller içinden seçilmiştir. Onları ya ehli olan bir kimse kendi başına seçip uygular. Ya da bu vazifeler bir ehil mürşide tabi olunarak onun nezaretinde yapılır.

Bu zikirleri tek başına yapan kimse alim, arif, kâmil ve tecrübeli olmalıdır. Yoksa işi zor, tehlikesi çok olur. Çünkü zikirler farklı faydaları ve neticeleri olan ilaçlar gibidir. Ehil olmayan kimse kalbe ilaç olacak zikri seçerken yanılabilir, uygulamada yanlışlık yapabilir, sırayı karıştırabilir. Ayrıca, tek başına çekilen bir zikre şeytan müdahele edip edebini çiğnetebilir, safiyetini bozabilir, hedefini değiştirebilir.

Kâmil bir mürşidin terbiyesine giren kimse ise bu tür durumlarla yalnız değildir. Kâmil mürşid, manevi hastalıklarda mütehassıs doktordur. O, hangi manevi hastalığa ne tür bir zikrin ilaç olacağını bilir.

Günlük vird ilaç gibidir. Bu ilacın ne zaman ne kadar alınacağını manevi doktor olan mürşid belirler. Hastaya ilacı reçeteye uygun olarak içmek düşer. Kâmil mürşid, vird verdiği kimseye sevgi ve feyiz de verir. Onu kontrol eder. Dua ile destekler. Şeytanın tuzaklarını tanır, hilelerini bilir. Onun zikri kullanıp müridi düşürebileceği benlik, ibadetine güvenme, insanları küçük görme, Allah rızasını unutup keşif keramet gibi şeylere yönelme tehlikelerine karşı tedbir alır.

Mürşidin feyzi ve faydası müritteki samimiyet, itaat, gayret ve edebe bağlıdır. Mürşidin verdiği zikri beğenmeyen, onu yeterli görmeyip az veya çok bulan, başka zikirlere heves eden kimse, gizli bir muhalefet içindedir. Bunda ayrıca mürşidine karşı bir itimatsızlık ve ciddiyetsizlik mevcuttur. Bu durumdaki bir kimsenin mürşidden alacağı feyzi kesilir, kalbi karışır, terbiye yolu tıkanır, amel aşkı söner, hizmet heyecanı biter. Eğer durumunu mürşidi ile istişare etmez ise, bir zaman sonra onu terk eder; aklı, nefsi ve şeytanı ile baş başa kalırZİKİRDE ASIL HEDEF

Arifler, zikirde verilen sayıya dikkat etmekle birlikte, asıl hedefin sayı değil, kalp huzuru ve ahlâk güzelliği olduğunu belirtmişlerdir. Büyük veli Alauddin Attar k.s. zikirden maksadın ne olduğunu şöyle açıklar:

“Zikirde sayının çok olması önemli değildir. Asıl önemli olan, kalbin zikrettiği Yüce Rabbi ile huzur bulmasıdır. Zikrin fayda vermesi ve kulda eserini göstermesi için bu gerekir. Zikrin tesiri önce kalpte, sonra bedende olur. Gerçek zikir kalpte Allah’tan gayri her şeyi siler, temizler. Kalpte ilâhi cezbe, aşk, tecelli ve birlik hasıl olur. Bu zikir sayesinde insan ilâhi tecellilere ulaşır, marifete erişir, ilm-i ledün sahibi olur.”

Nakşî yolunun piri Şah-ı Nakşibend k.s. de vukuf-i adedîyi ledün ilminin başlangıcı görür ve der ki:

“Gizli zikri bu usul üzere çekenler, bütün benliklerinde Yüce Allah’ın azametini hissederler, O’nun tecellilerini bütün eşyada müşahede ederler.”

Bu neticeye uygun olarak arifler zikri tek sayılar üzerinde yapmayı tavsiye ederler. Mesela bir nefeste üç, beş, yedi veya yirmi bir kere zikretmeli, zikri tek sayılarda bitirmelidir.NE ZAMANA KADAR ZİKİR?

Arifler der ki: Zikrin sayısı ve şekli değişebilir, fakat kuldan hiçbir zaman zikir vazifesi düşmez. Bu vazife ölene kadar sürer. Berzah ve ahiret aleminde de devam eder. Ayrıca, zikir ne kadar yüksek olursa olsun, kuldan hiçbir ibadeti düşürmez. Gerçek zikir, ibadetlere lezzet katar, kalbi destekler, kulu istikamet üzere tutar.

Bazıları, her şey zikirden ibarettir diyerek, bütün ibadetleri terk etmişlerdir. Bu büyük bir hatadır. Böyle düşünmek haramdır. ‘Biz zikir ile ulaşacağımız yere ulaştık, artık namaz, oruç, hac gibi ibadetlere gerek yok. Haramlar da bize zarar vermez, asıl hedef kalp huzurudur’ diyenlere büyük veli Cüneyd-i Bağdadi k.s. şu cevabı vermiştir:

- Evet ulaştılar, ama cehennem ateşine! (İbnu Acibe, İkazu’l-Himem)

Şu uyarı da onun:

“İşin başında Allah ile arasındaki hukuku sağlam ve güzel yapmayan kimse, manen ilerleyemez. Bu vazifelerin başında farzları yapmak, haramlardan kaçınmak, günlük virdlere devam etmek, fazilet olan işlere sarılmak, şüphelerden kaçınmak gelir. Kim bunları yerine getirirse, bundan sonrasını Allah kendisine ikram eder.” (Hânî, el-Kevakibü’d-Dürriyye)

Büyükler, kim mürşidinin sırrına ulaşmak istiyorsa virde sarılsın. Çünkü mürşidin sırrı onda gizlidir, demişlerdir.

Bir adam Cüneyd-i Bağdadi k.s.’nin elinde tesbih gördü. Hayret etti ve: “Sen bu derece yüksek şeref ve makam sahibi bir insan iken, hâlâ elinde tesbih mi taşıyorsun?” diye sordu. Büyük arif adama döndü ve dedi ki:

- Evet tesbih taşıyorum. O benim bu makamlara ulaşma sebebimdir. Onu hiçbir zaman terk etmem.” (İkazu’l-Himem)

Sabit el-Benanî k.s.’nin oğlu anlatır:

Vefatı yaklaştığında babamın yanına vardım. Kendisine kelime-i tevhidi telkin etmek istedim. “Babacığım lâ ilahe illallah de!” diye hatırlatmada bulundum. Bana dönerek: “Oğlum! Beni kendi halime bırak. Ben şu anda günlük altıncı virdimi yapmakla meşgulüm.” dedi. (İbnu’l-Cevzî, Sıfatu’s-Safve
Sultanımız Gavs-ı sani Haz. k.s Buyurdular...

“Zikre devam ediniz, virde önem veriniz. Çünkü kalbin tek ilacı zikirdir. Kur’an okumak, salâvat çekmek, hizmet etmek sevaptır; fakat bunlar kalbe ilaç olmaz, nefsin çirkin sıfatlarını değiştirmez. Nefsi ancak zikir terbiye eder.”

Bütün Allah dostları dostluk liyakatini zikir ve edeple almışlardır. Bizler de bu şereften nasiplenmek istiyorsak aynı yolu takip etmeliyizGİZLİ ZİKİR: ZİKRİN EN HAYIRLISI

Zikirde esas olan gizliliktir. Çünkü zikredilen zat Allahu Tealâ’dır. O, kula şahdamarından daha yakındır. Bir defasında yolculuk esnasında Ashab-ı Kiram’ın yüksek sesle tekbir getirdiğini işiten Rasulullah A.S. Efendimiz, onları şu şekilde uyarmıştır:

“Böyle sesinizi yükseltip kendinizi yormayın. Siz kulağı sağır veya uzaktaki birisini çağırmıyorsunuz. Sizler, gizli açık her şeyinizi işiten, size çok yakın olan ve hep sizinle beraber bulanan Allah’ı zikrediyorsunuz.” (Buharî, Müslim, Ebu Davud)

Cenab-ı Hak kulun kalbine nazar etmekte ve onun içinden geçen düşünceleri bilmektedir. Bu durumda sesi yükseltip O’na bir şey duyurmaya hacet yoktur. Esas mesele kalbin uyanması ve Allah’a yönelmesidir.

Gizli zikir iki şekilde olur. Birincisi sadece kalple yapılır, ikincisi kalp ve dille yapılır. Ancak dilin katıldığı zikirde ses yükseltilmez, sadece kendi duyacağı kadar söylenir. Gizli zikir Rasulullah A.S. Efendimiz tarafından en hayırlı zikir olarak tanıtılmıştır. (Ahmed, Ebu Ya’la, İbnu Hıbban)

Kudsî hadiste, “Kulum beni gizlice içinden zikrederse, ben de onu zatımda zikrederim.” buyurulmuştur. (Buharî, Müslim)

Gizli zikri tercih eden arifler, işe kalpten başlamaktadır. Zikir ilk safhada sadece kalp ile yapılmaktadır. Zikir için Allah lafzı tercih edilmektedir. Dil damağa yapışık halde tutulup, kalp ile “Allah... Allah...” diyerek zikir çekilmektedir. Allah lafzı, Alemlerin Rabbi Yüce Yaratıcımız’ın özel ismidir. Diğer bütün ilâhi isimleri içinde toplamaktadır. Bu ism-i şerifle zikir çekildiğinde, bütün ilâhi isimlerin tecellisine ulaşılmış olmaktadır. Bu zikir kalp, ruh, sır, hafi, ahfa ve nefs latifeleri üzerinde çekilerek vücuda tam yerleştiği zaman, zikirlerin en faziletlisi olan “lâ ilâhe illallah” zikrine geçilmektedir. Ancak bu zikir kalp ve dil ile birlikte çekilmekte ve böylece bütün vücut zikre katılmış olmaktadır.
Gavs-ı Sânî (k.s) Hz.leri, bir sohbetlerinde zikir hakkında şöyle buyurdular:

“Zikir kalbin gıdasıdır; gıdasını almayan kalp zayıflar, sonra ölür. Kalp ancak zikir ile beslenir, kuvvetlenir, tatlanır, manen hayat bulur. Haramlar ve işlenen günahlar ise, şeytanın gıdasıdır. İşlenen günahlar, insanın kalbini zayıflatır; onun düşmanı olan nefsi ve şeytanı kuvvetlendirir. Bu nedenle, insanın içinde kalp, nefis ve şeytan devamlı mücadele hâlindedir. Rabbü’l-Alemin:

“Dikkat edin, uyanık olun; kalpler ancak Allah’ın zikriyle huzur bulur,” buyurmuştur.” Ra'd 28
p, ruh, sır, hafi, ahfa ve nefs latifeleri üzerinde çekilerek vücuda tam yerleştiği zaman, zikirlerin en faziletlisi olan “lâ ilâhe illallah” zikrine geçilmektedir. Ancak bu zikir kalp ve dil ile birlikte çekilmekte ve böylece bütün vücut zikre katılmış olmaktadır.
Gavs-ı Sânî (k.s) Hz.leri, bir sohbetlerinde zikir hakkında şöyle buyurdular:

“Zikir kalbin gıdasıdır; gıdasını almayan kalp zayıflar, sonra ölür. Kalp ancak zikir ile beslenir, kuvvetlenir, tatlanır, manen hayat bulur. Haramlar ve işlenen günahlar ise, şeytanın gıdasıdır. İşlenen günahlar, insanın kalbini zayıflatır; onun düşmanı olan nefsi ve şeytanı kuvvetlendirir. Bu nedenle, insanın içinde kalp, nefis ve şeytan devamlı mücadele hâlindedir. Rabbü’l-Alemin:

“Dikkat edin, uyanık olun; kalpler ancak Allah’ın zikriyle huzur bulur,” buyurmuştur.” Ra'd 28

Bismillahirrahmânirrahîm

Bismillahirrahmânirrahîm
" Sizden önce(ki milletlerin başından) nice olaylar gelip geçmiştir. Yeryüzünde gezin dolaşın da yalanlayanların sonunun nasıl olduğunu bir görün. Bu (Kur’an), insanlar için bir açıklama, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için bir hidayet ve bir öğüttür.Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz."(Al-i imran suresi 3 / 137-139.ayetler)

(Her gün Bir Ayet)

Bismillahirrahmânirrahîm
"Yine onlar(iman edenler), çirkin bir iş yaptıkları, yahut nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarının bağışlanmasını isteyenler -ki Allah’tan başka günahları kim bağışlar- ve bile bile, işledikleri (günah) üzerinde ısrar etmeyenlerdir. İşte onların mükafatı Rab’leri tarafından bağışlanma ve içinden ırmaklar akan cennetlerdir ki orada ebedi kalacaklardır. (Allah yolunda) çalışanların mükafatı ne güzeldir!" (Al-i imran suresi 3 / 135-136.ayetler)

Gök kapılarını titreten duâ

Asr-ı Saadette ticâretle uğraşan bir tâcir mümin vardı. Bu tacir, ticaretinde helâl-haramı gözetir, Allah ve Resulü için bu ticareti yapar, herkesin hakkına riayet ederdi. Ticaretini Şam ile Medine arasında gerçekleştirir, çoğunlukla da ticaret kervanları ile hareket etmez, tek başına yolculuk yapmayı severdi.

Bir alacağını almış, satacağını da satmış ve Şam’dan Medine ye doğru hareket etmişti. Epeyce yol almıştı ki, baştan aşağı silahlı bir eşkıya ile karşılaştı. Eşkıya bu mümin taciri tehdit etti;

Eşkıyâ: "Mallarını şuraya indir, develerini de şu ağaca bağla.”

Mümin tâcir: “Mallarım senin olsun, beni bırak gideyim."

Eşkıyâ: "Bugüne kadar soyup da öldürmediğim kimse yok Senin hem mallarını alacağım, hem de canını.”

Mümin tâcir: “Madem beni öldürmeye kararlısın, senden son bir talebim var"
Eşkıyâ:“Söyle talebini”
Mümin tâcir: “Ben Müslüman'ım abdest alıp, iki rekât namaz kılayım ondan sonra beni öldür."

Eşkıyâ, izin verir. Tâcir önce abdestini alır, sonra da İki rekât namaz kılar ve ellerini Rabbine açar:

" Ya Vedud! Ya Vedud! Ya Ze’l-arşi’l-mecîd! Ya Mübdi, Ya Mu’id! Ya Fe’aalün lima yürid! Eselüke bi-nuri vechike’l-lezi mele’e erkane arşike ve es’elüke bi-kudretike’l-leti kadderte biha halkake ve bi rahmetike-lleti vesiat külle şeyin. La ilahe illa ente. Ya Muğis, eğisni! Ya muğis, eğisni! Ya muğis, eğisni! "

Mümin tâcirin duâsı bitmişti ki, çok garip bir hâdise meydana gelir. Birden beyaz bir at üstünde yeşil elbiseli, elinde de harbe olan bir süvâri peydâ oldu. Eşkıyâ şaşırmış, ne yapacağını bilemez bir durumdaydı. Eşkıyâ, tâciri ve malları unuttu, ortaya çıkan bu süvâriye saldırdı. Süvâri, bir darbe ile eşkıyayı yere düşürdü.

Süvâri, tâcire dönerek: “Öldür bu eşkıyayı" dedi.

Mümin tâcir: "Ben hayatımda kimseyi öldürmedim, insan öldürmeyi hoş görmem. Beni bağışla.” dedi.

Sonra süvâri, eşkıyâyı bir darbe ile öldürdü.

Tâcir sordu: “Sen kimsin?"

Süvâri: “Ben üçüncü kat gökte duran bir meleğim. Bu adamı öldürmeyi Allah Teala bana nasip etti. Sen namazından sonra ellerini kaldırıp duaya başladığında, gök kapılarının çalındığını duyduk, öyle şiddetle çalınıyordu ki. Mühim bir hadisenin olduğunu anladık. İkinci defa dua ettiğinde gök kapıları açıldı. Üçüncü defa dua ettiğinde, Allah Teala, Cebrail Aleyhisselam’ı görevlendirdi.

Cebrail Aleyhisselam şöyle dedi:
‘Dua eden falan mümini kim kurtaracak” Ben talep ettim de görevlendirdiler. Ey Allah Teala’nın mümin kulu! İyi bil ki! Senin yaptığın bu duayı kim yaparsa Allah Teala onun sıkıntısını giderir, ona yardım eder.”

Bu hadiseden sonra mümin tâcir, yola koyulur ve Medine’ye varır. Soluğu Kâinatın Efendisi Sallallahu aleyhi ve sellem’in huzurunda alır ve başından geçen hadiseyi anlatır. Taciri dinleyen Kâinatın Efendisi Sallallahu aleyhi ve sellem, şöyle buyurur:

"Muhakkak ki, Allah Teala sana Esma-ül Hüsna'yı telkin etmiş. O isimlerle Allah Teala’ya dua edilirse, istenen verilir.”

İslamda Dua Etmenin Önemi

"Kullarım sana beni sorduklarında, ben muhakkak ki onlara çok yakınım. Bana dua ettiklerinde dualarına icabet ederim. O halde onlar da benim çağrıma uysunlar, bana iman etsinler." (Bakara, 2/186)

Arapça bir kelime olan dua, davet/da’vâ gibi kelimelerin mastarı olup, sözlüklerde çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek; öncelik tanımak, söz vermek, özel birisini yemeğe davet etmek, isim vermek, yalvarmak; küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya vâki olan talep ve niyaz; sığınmak, ilgi kurmak; dilekte bulunmak, nida gibi manalara gelir. Terim olarak ise: Kulun Allah’a sığınma ve yakarışını, Allah’ın yüceliği karşısında kulun güçsüzlüğünü itiraf etmesini, sevgi ve tazim (yüce bilme) duyguları içerisinde lütfunu, yardımını ve affını dilemesini ifade eder. Yine dua, bir kulun Allah’ın yüceliği ve azameti karşısında kendi zayıflığını kavramak yoluyla Allah’ın büyüklüğünü dile getirmesi, O’na yalvarması, O’na hamd etmesi, şükretmesi, O’nu övmesi demektir. Dua, insanla Allah arasında bir ilişki ve iletişimdir. Kulun Allah’a yalvarıp O’nun yardımını istemesi, ya bir hayrın, iyiliğin ve nimetin kendisine verilmesi için; ya da bir bela ve kötülüğün üstünden veya bulunduğu ortamdan kaldırılıp yok olması için Allah’a karşı bir ibadet, sevgi ve saygının ifadesidir. Genel ve geniş anlamda ise hiçbir törene bağlı bulunmayan, şekil şartlarından bütünüyle sıyrılmış, zaman ve mekan bakımından süreklilik gösteren kulun yaratıcısıyla sürekli bir biçimde iletişimde bulunduğu bir ibadet olarak da tanımlanabilir. Ayrıca Allah’a sunulacak talepleri sözlü veya yazılı olarak dile getiren metinlere de dua denilir. Salât, namaz manasına geldiği gibi, dua manasına da gelir. Namazda dua ayetleriyle ve diğer dualarla dua ederiz.

Hz. Peygamber ise, duayı şöyle tanımlar: "Dua ibadetin ta kendisidir." "Dua ibadetin iliğidir, özüdür." "Allah katında duadan daha kıymetli bir şey yoktur.” “Dua müminin silahıdır, dinin direğidir, göklerin ve yerin nurudur.”

Kur’an-ı Kerim’de yirmi yerde "dua" kelimesiyle birlikte bazı ayetlerde dava ve davet kelimeleri de aynı anlamda kullanılmıştır. Pek çok ayette dua kökünden fiiller yer almıştır. Bu ayetlerde dua ve türevleri Allah’a yakarma, istek ve ihtiyaçlarını arzederek O’nun lütfunu dileme, çağırma, bir durumu arz etme, Allah’ın birliğini tanıma, isnad ve iddia etme anlamlarında kullanılmıştır. Dua ve türevleri bu anlamlarıyla hadislerde de sık sık tekrar edilmiştir.

Dr. Alexis Carrel ise duayı: "Genel bir ruhsal mekanizma olmaktan çok, insanın yaratıcısına doğru fıtri çekilişi ve yakınlaşma isteği, ruhun Allah’a doğru yükselişi ve O’na aşıkçasına kulluk etme durumu olarak" tarif etmiştir.

Duanın ana hedefi, insanın durumunu Allah’a arzetmesi, O’na niyazda bulunması olduğuna göre Allah ile kul arasında bir diyalog anlamı taşır. Bunun gerçekleşmesi için, önce Allah insanı kendi varlığından haberdar etmiş, insan da varlığını benimsediği bu yüce kutsiyet karşısında duyduğu saygı ve ümit sebebiyle kendisinden daha üstün olanla irtibat ihtiyacını duymuştur. Dua böyle bir irtibat neticesinde insanın bir taraftan kendi ihtiyaç ve eksikliklerinin telafisini, diğer bir taraftan da daha mükemmele ulaşmasını hedefleyen bir diyalog vasıtasıdır. Bir başka ifadeyle dua; sınırlı, sonlu ve aciz varlığın sınırsız ve sonsuz kudret sahibiyle kurduğu köprüdür. Bu nedenle tarihin hiçbir döneminde insanlık duadan uzak kalmamıştır.

Dua, insanda fıtrî bir olgudur. Bu sebepledir ki bütün dinlerde dua mevcuttur. Üstün bir varlığa inanan her insan şu veya bu şekilde dua eder. İnsanlar yaşamları süresince üstesinden gelemeyecekleri bir çok şeylerle karşılaşmakta keder, sıkıntı, aciz ve ümitsizliklere maruz kalmaktadır. İşte bu nedenle özellikle sıkıntılı zamanlarda Allah’a dua etmek, sadece samimi olarak Allah’a inananlara has bir durum değildir. Allah’a ortak koşanlar da bu gibi durumlarda Allah’a yönelerek O’na dua ederler. (bk. Yunus, 10/12; Lokman, 31/32)

Ürününüzü ve Web Sitenizi Tanıtmak mı İstiyorsunuz? Hemen Yandaki Butona Tıklayıp sizde Google Reklamlarıyla Tanışın



İnsan gibi, duasız toplum da boşluktadır. Dua etme duyarlılığını yitirmiş böyle bir toplumu, genelde de insanlığı hüzünlü ve ümitsiz bir gelecek karşılayacaktır. Bu konuda Dr. Alexis Carrel’in şu sözlerine katılıyoruz: "Ahlaki ve manevi duygular bir toplumun faal unsurları arasında yer alır. Bunlar yok oluşa yönelirse o milletin kesin çöküşü başlamış ve bağlarından koparak yok olmaya giden vasata girilmiş demektir. Bu sebeple dua ihtiyacını kendinde öldüren bir toplum pratikte fesat ve çöküşten korunabilecek unsurlara artık sahip değildir. Hiçbir toplum duayı terk etmesi nedeniyle kendini bu denli ölüme hazırlamamış, çöküş ve alçalmaya maruz kalmamıştır.”

Prof. Dr. Toshihiko İzutsu’nun ise, duaya yaklaşımı şöyledir: "Allah’tan insana doğru olan sözlü konuşma vahiy, insandan Allah’a doğru olan sözlü konuşması ise duadır. Dua insan kalbinin Allah (c.c.) ile konuşması, O’nun nimetini ve yardımını istemesidir. Bu, aşağıdan yukarı (kuldan Allah’a) doğru olan bir sözlü haberleşme çeşididir. Normal olarak insan doğrudan doğruya Allah’a hitabet vasıtasına sahip değildir. Normal kelime alışverişi olabilmesi için iki taraf arasında ontolojik eşitlik bulunmalıdır. Bu, dilin temel prensibidir. İşte bu temel prensibi bozacak bir durum meydana geldiği zaman insan, Allah’a hitap edebilir ve O’nunla konuşma yeteneğine sahip olur. Bu, öyle olağanüstü bir haldir ki, bu halde insan kendi zihnini günlük durumunun üzerinde bulur. Böyle bir durumda insan kafası gerilir gerilir, işte bu noktaya gelince insan, Allah’a doğrudan doğruya söz söyleme noktasına varmış olur. Böyle bir durumda insan normal manada insan değildir. (normali aşmıştır). İşte bu olağanüstü durum içinde geçen böyle bir konuşma olayına "dua" denir."

Duanın önemi hakkında Amerikalı ünlü Psikolog Prof. Dr. William James şunları söylüyor: "Bilim ve teknoloji ne derse desin bana öyle geliyor ki dünyamız varolduğu sürece insanlar dua ve ibadet etmeye devam edeceklerdir."

Duada insan ile Allah arasında bir ilişki vardır. Fakat bu, aynı seviyede bir ilişki değildir. İnsan zayıf, küçük ve sınırlıdır. Allah ise kudreti sonsuz ve sınırsız olandır. Dolayısıyla, bu ilişkide bir şey elde edebilme, kendini keşfedebilme/ispatlayabilme durumunda olan insandır. Bununla ilgili olarak Pakistan’ın milli şairi ve büyük düşünürü Muhammed İkbâl şöyle der: "Dua ve ibadet, ister kişisel, ister toplumsal olsun kainatın dehşet verici sessizliği içinde insanoğlunun kendisine bir cevap bulmak için hissettiği derin hasret ve şiddetli arzusunun ifadesidir. Bu, öyle bir buluşun eşsiz sürecidir ki, onunla gerçeği arayan kendi şahsını inkar ettiği sırada kendisini ispatlamış olur. Böylece, kainatın hayatında dinamik ve faal olarak kendi değerini keşfeder.”

Kur’an’da dua ile ilgili ayetler geniş bir yer tutar. 200 kadar ayet doğrudan doğruya dua konusundadır; ayrıca tevbe, istiğfar gibi kulun Allah’a yönelişini ve O’ndan dileklerini ifade eden çok sayıda ayet de dua ile alakalıdır. Konuyla ilgili ayetlerin bir kısmında insanların Allah’a dua etmeleri emredilmiş, duanın usül, adab ve tesirleri üzerinde durulmuştur. (Örn. bk. Bakara, 2/186; Nisa, 4/32, 117, 134; Araf, 7/29, 55, 180; Yusuf, 12/86; Mü’min, 40/60). Bazı ayetlerde yanlış, yersiz, zamansız ve kabulü olmayan dualardan bahsedilmiştir. (Örn. bk. Bakara, 2/200; Yunus, 10/12, 22, 106; İsra, 17/11; Mü’minûn, 23/99, 100, 106, 107; Kasas, 28/88 Fussilet, 41/51) Bu ayetlerin çoğunda dünyada iken Allah’ı ve O’nun hükümlerini tanımaktan kaçınan, ancak ahirette acı gerçeği anlayıp kötü akıbetleriyle yüzyüze gelince pişmanlık duyacak olanların dünyaya yeniden döndürülmeleri için Allah’a yakarışları anlatılmış, 100’den fazla ayette Peygamberlerin, diğer salih insanların veya toplulukların dualarından söz edilmiştir. İlgili ayetlerde Allah, mü’min(ler)in duasına önem vermekte, kişinin yalnız olmadığını, her türlü şartlar altında onun durumunu bilen ve ona yakın bir Allah bulunduğunu hatırlatmaktadır.

Kur’an’a göre dua, bazen hâl diliyle, bazen de sözlü olarak gerçekleşebilir. Hâl diliyle olan dua için Hz. İbrahim’in ateşe atıldığı esnada yaşadığı hâl örnek verilebilir. O’nunla Allah’a olan teslimiyeti ve güveni çok güçlü bir dua hükmüne geçmiş ve "Ey ateş! İbrahim üzerine soğuk ve selamet ol." (Enbiya, 21/69) İlahi yardımına mucizevi bir şekilde mazhar olmuştur. Kalbteki duyguların lisan aracılığıyla Allah’a ulaştırılması da iki şekilde olabilir. Kul bazen halini arzeder, fakat isteğini söyleyemez. Bazen de hem halini arz eder hem de isteğini dile getirir. Kur’an her ikisine de örnek verir. Birincisine Hz. Eyyüb’ün "Ey Rabbim! Bana yüce katından temiz bir nesil bağışla. Muhakkak ki sen duaları işiticisin." (Âl-i İmran, 3/28)

Ayrıca hadislerde de duanın fazileti, adabı, şartları, kabul edilmesi mümkün olan ve olmayan dualar, dua etmek için en uygun zamanlar (seher vakti, gece yarısı, Kadir gecesi, namaz sonrası, ezanla kamet arası gibi) Hz. Peygamberin çeşitli yerlerde ve zamanlarda, çeşitli durumlarda yaptığı özel dualar hakkında bilgi verilmiştir. (Örneğin yatarken, yataktan kalkınca, namaza başlarken, namaz içinde ve sonrasında, abdest alırken, sefere çıkarken vb. pek çok durumda okuduğu dualar gibi.)

Enes bin Malik (r.a.) Rasulullah (a.s.)’ın çoğu zaman: "Allah’ım! Acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, pislikten, doymayan azgın nefisten, senden korkmayan kalbten, fayda vermeyen ilimden, kabul olunmayan duadan, bunaklık derecesindeki ihtiyarlıktan sana sığınırım. Kabir azabından, hayatın ve ölümün fitnelerinden de sana sığınırım." diye dua ettiğini nakletmektedir. İbn-i Abbas (r.a.) ise, Allah Rasulü’nün üzüntü ve keder anında: "Ey Allah’ım! Senden başka ibadete layık hiçbir ilah yoktur. Azamet ve vakar sahibi ancak sensin. Sen arş-ı azam sahibisin. Sen, ancak göklerin ve yerin sahibi, arş-ı kerimin sahibisin" diye dua ettiğini nakleder. Yine Hz. Peygamberin en çok yaptığı dualar arasında: "Ey Rabbimiz! Bize dünyada da ahirette de iyilik ve güzellik ver. Bizi cehennem azabından koru." (Bakara, 2/201) Bu dua, Fatiha’dan sonra en çok okuduğu dualar arasındadır. Fatiha Suresi, bir dua metni olup Allah’ı veciz bir şekilde tavsif ettikten sonra O’na kulluk ve duada ihlası insanlığın en büyük arayışı olan doğru yola ulaşmanın içten dileklerini benzersiz bir üslupla ifade eden sözleriyle bütün Müslümanların da en çok okudukları dua metni haline gelmiştir.

Allah Resulü (s.a.v.) kendini veya diğer fertleri ilgilendiren dualarda bulunduğu gibi, umumu ilgilendiren istekler ve sıkıntılar sebebiyle de dua ederdi.

Dua eden kişi, gönülden dua etmeli, duasında hayırlı şeyleri isteyerek kendisi de o doğrultuda çaba sarfetmelidir. Kişi, duasında samimiyetini tavırlarıyla da ortaya koymalıdır. Örneğin duasında Allah’ın emirlerine itaat eden samimi bir Müslüman olmayı ifade ediyorsa hareketleriyle de böyle bir Müslüman olma çabası içerisinde olmalıdır. Duanın kabulünde Peygamberimizin şu hadisi ne kadar yerindedir: "İyiliği emretmez, kötülükten sakındırmazsınız. Sonra da dua edersiniz. Duanız nasıl kabul ola."

Hadislerde bildirildiğine göre; bir tehlike veya zulüm karşısında çaresiz kalan kimse, kalbi tamamen hasbî sevgiyle, anne-baba, başkasının iyiliğini isteyen kimse, toplum için çalışan adil başkan, Allah için oruç tutan kimse, duası geri çevrilmeyecek kimselerdendir. Ayrıca duanın bir günahın işlenmesine veya akrabalık ilişkilerinin kesilmesine yönelik olmaması, kabulünde acele edilmemesi gerekir. Çünkü Hz. Peygamber: “Sizden her birinizin duası, acele edilmedikçe kabul olunur.” buyurmuşlardır, ayrıca Kur’an-ı Kerim’de de: “Müminlerin Allah’a dualarının karşılıksız bırakılmayacağı” müjdeleniyor. (Ğafir, 40/60)

Kur’an, duanın adabına ilişkin olarak bize yalnızca sıkıştığımız zaman değil, her zaman ümit ve korku içinde duaya devam etmemizi tavsiye eder. "Gerçekten onlar hayırlı işlere koşarlar, ümit ederek ve endişeli olarak bize dua ederler. Bize derin saygı duyarlar." (Enbiya, 21/90). Ayette ümit ve korku halinde dua etmemiz istenmiştir ki, bundaki amaç ümit halinde korkuyu, korku halinde de ümidi bırakmayarak daima ikisinin denklik noktasını gözeterek dua etmek demektir.

Yine ilgili ayetlerde duanın yalvararak, içtenlikle, kendisi işitecek kadar bir sesle, Allah’ın isimlerinden herhangi birisiyle ve sürekli olarak yapılması buyruluyor. (bk. Araf, 7/55, 205; İsra, 17, 110; Ahzab, 33/41, 42) Rasulullah (s.a.v.) yüksek sesle dua edenleri görünce: "Ey insanlar! Kendinize gelin. Çünkü siz bir sağırı veya uzaktaki birini çağırmıyor, ancak her şeyi işiten ve size çok yakın bulunan birine dua ediyorsunuz. Sizin kendisine dua ettiğiniz size bineğinizin boynundan daha yakındır." Kul duasında Allah ile arasında hiçbir engel olmadığını bilir, dua ederken yalnızca Allah’ı düşünür. Dua eden kulun kalbi, Allah’tan başka bir şeyle meşgul olursa duası amacına ulaşamaz. Çünkü Hz. Peygamber: “Allah kendisinden gafil bir kalbin duasını kabul etmez.” buyurmuştur. Nefsin istekleri Allah’ın dışındaki sevgiler ve amaçlar duayı hedefinden uzaklaştırır.

Allah’a dua etmenin, O’nun rızasına ulaştırıcı olması yanında kul açısından O’na duyulan yakınlık sonucunda, uzak veya yakın, bir çok fayda ve mükafata vesile olacağına dair hayli belge vardır. Kur’an’a göre Allah’a dua edene, Allah karşılık verir. (Mü’min, 40/60; Bakara, 2/186) Allah’ı anan kimseyi Allah da anar. (Bakara, 2/152). Hz. Peygamber’e göre duanın kabulünde birkaç alternatif söz konusudur. Dua edene istediği şey, ya bu dünyada hemen verilir veya ahirete saklanır, yahut üzerinden istediği iyilik kadar bir kötülük giderilir.

Ali Şeriati ise, bu konuda şöyle der: "İnsan içinde bulunduğu zevk-acı, yoksulluk-zenginlik, mutluluk-mutsuzluk dünyasından kaçmak istemekle birlikte, kendi faydasını da yine kendi kısır teşhis imkanıyla belirlemeye kalkması, hayır ve maslahatı gereği istediği şeyleri belirleyememe noktasına düşürmektedir. İşte bu noktada kuşkular, hayretler aşamasında dua etme aşamasına gelmiş kutsal ve yüce bir varlığa doğru ruhsal bir yükselişe karar kılmış duacının her işini Allah’a havale etmesinden başka çaresi yoktur."

Duanın belli bir zamanı yoktur. Ancak hadislerde geçtiği gibi gecenin son üçte birinde, farz namazların sonunda, cihad ederken, ezan ile kamet arasında, yağmur yağarken, secdede iken, seher vakitlerinde (Âl-i İmran, 3/17), Cuma saatlerinde, oruçlunun orucunu açtığı zamanda, Kurban Bayramı arefesinde, Kadir gecesinde yapılacak dualar daha makbüldür, kabul edilme ihtimalleri hayli fazladır.

Kur’an’daki dua ayetleriyle, Peygamberimizin dualarıyla, ya da selef-i salihine ait "me’sur" dualarla dua etmek mümkün olduğu gibi, kendi dilimizle, içimizden geldiği gibi dua etmemiz de mümkündür. Hz. Peygamberin bildirdiğine göre bazı kimselerin duasının kabulünde perde yoktur. Bunlar "mazlumlar, misafirler, babanın çocuğuna duası."

Duanın terapik yönü için ise, Dr. Alexis Carrel’in şu ifadesi oldukça yerinde bir tespittir: "Dua, kanseri de iyileştirebilecek en geçerli bir ilaçtır. Her keskin şeylerden daha keskin ve nüfuz edici bir özelliği vardır."

Ayrıca Carrel, duanın: “İnfilâkî bir tesire sahip olduğunu; bu yolla böbrek iltihabı, ülser, deri, akciğer, kemik veya karın zarı veremi gibi hastalıkları iyileştirdiğini” söylemektedir.

Carrel devamla şunları söylüyor:

"Allah ihtiyacı dua ile gerçek ifadesini bulur. Dua bir ızdırap haykırışıdır. Bir yardım dileği, bir aşk ilahisidir. Etkisi her zaman pozitif yöndedir. Duada, sanki Allah bizi dinliyor ve doğrudan bize cevap veriyor gibidir. Dua ile beklenmedik olaylar ortaya çıkabilir, zihinsel bir denge kurulur. Yalnızlık, güçsüzlük ve gayretimizin faydasızlığı duygusu kaybolur."

Amerikan Tıp Şehri Dallas Hastanesi şeflerinden Dr. Dossey, "İyileştiren Kelimeler, İbadetin Gücü ve Tıbbı Tecrübeler" adlı eserinde dua ve ibadetin tansiyon, kalp sektesi, yara, baş ağrıları ve melankoli, paranoyak vb. hastalıklardan muzdarip kimselere nasıl faydalar sağladığını araştırmalarla açıklıyor. Yine Dossey, dinler ve ibadetler üzerine son 30 senedir yapılmış 130 araştırmadan deliller gösteriyor. "İnsan zihni dua durumuna girdiği zaman, dua edilenlerde güzel şeyler meydana geliyor." diyor. Devamla Dossey: "Kendisine dua edilenin bunu bilmesi; nöroloji, hissiyat ve düşünce ile alakalı beyin sahasıyla bağışıklık sistemleri arasındaki bağları harekete geçirebilir." diyor.

Yüce Allah’ın duayı kabul edeceği ümidi dua edenin üzüntü ve kederini hafifletir. Dayanma gücü ve sabır verir. İçine rahatlama duygusu yayar. Bu nedenle duada şifa vardır. Meditasyon (düşünce terapisi) etkisi yapar. Dünyada olsun, ahirette olsun her iki durumda da mü’min için duada hayır vardır. Mü’minin bu beklentileri, kesinlikle üzüntü ve tasasını hafifletir, hoşnutluk ve huzur duyar. Rasulullah, ashabına üzüntü, keder, tasa, uykusuzluk, öfke, uykuda korku, unutma gibi sıkıntılı durumlarında, dua ile yardım istemelerini tavsiye ederdi. Bir hadislerinde: "Belalar ancak dua ile savuşturulur. Ömür, ancak iyilikle artırılır." buyurmuştur.

Modern toplumlar(!)da görülen ruh bozuklukları ve sinir hastalıkları hep ümidini ve manevi desteğini kaybeden inançsız ve ümitsiz kimseler arasında görülür. İstatistikler de ispat etmektedir ki, intiharların %95’i inancını, ümidini ve manen desteğini yitirmiş kimseler arasında görülür.

Duanın fizyolojik hastalıklara da derman olduğunu hayatımızda müşahede etmişizdir. Tıbbın hiçbir şey yapamadığı durumlarda duanın gücüne şahit olmuşuzdur. Lurd Tıp Enstitüsü her yıl, çoğunlukla tıbbın kendilerine hiçbir şey yapamadığı; fakat duanın mucizevi etkisi ve gücüyle şifa bulan hastaların listesini yayınlar.

Yine özellikle başkası için yapılan duanın kişinin kendisi için yaptığı duadan daha etkili ve verimli olduğu gözlenmektedir. Hasta insanlar için şifa dileme, okuyup üfleme, bazı kutsal mekanları ziyaret etme gibi uygulamaların günümüzde de yaygın bir şekilde devam ettiği göz önüne alınırsa, insanların dini inanç ve dua yoluyla bazı uzvî ve ruhî sorunlarına pratik çözümler bulduklarını, ya da bulacaklarına olan güven ve ümitlerini sürdürdüklerini görüyoruz.

Sonuç itibariyle şunları söylemek gerekir ise:

Dua, kul ile Allah arasındaki diyalog ve iletişimin zirveye taşındığı bir durumdur. İnanç sahibi dua ettikçe Allah’a yaklaşır, inancı artar, kulluk bilinci kuvvetlenir. Bu bağlamda duaya köprü vazifesi yükleyerek diğer ibadetlerimize, günlük ve sosyal hayatımıza çeki-düzen veririz. Böylece hem duamızı bilinçli yapmış olur, hem de manen ölmüş olan sosyal ve ibadet hayatımızı yeniden diriltmiş oluruz.